Adını çok yönlü ve çarpıcı bir hayat hikayesine sahip yönetmen Pier Paolo Pasolini’nin 1954 yılındaki şiir kitabından aldığı rivayet edilen La Meglio Gioventu, dilimize Gençliğin En İyisi şeklinde çevrilmiş. İsmiyle bir gençlik filmi havası sezdirse de öyle olduğu pek söylenemez. Büyük ihtimalle altı saatlik süresinden dolayı hak ettiği ilgiyi görmediğini ve çoğu kişinin henüz izlemediğini düşündüğüm için olabildiğince spoiler ya da son zamanlarda denk geldiğim ve benimsediğim Türkçe karşılığı 'sürprizbozan'dan uzak bir yazı yazmaya çalışacağım. Hala izlemediyseniz vakit kaybetmeden izlemenizi önersem de spoiler kaygınız çok ileri seviyede değilse okumayı bırakmanıza gerek yok. 


The Animals’ın House of the Rising Sun’ı ile kulaklara, bir Roma panoraması ile de gözlere hitap ederek açılan filme 1966 yılında başlıyoruz. Bir aile ve özellikle iki kardeş üzerine anlatısını kuran hikayede daha ilk sahnelerden kardeşlerin farklılığı odalarına astıkları tablolar aracılığıyla anlaşılabiliyor. Kardeşlerden ilk olarak gördüğümüz Matteo’nun odasında Osmanlı-Kırım savaşına ait bir portre görülürken, Nicola’nın duvarında nadide bir kübizm örneği olan Picasso’nun Guernica’sı asılıdır. Savaş hakkındaki bu iki tablo hem film hem de iki kardeşin karakterlerine dair belli ki bazı ipuçları barındırıyor. 


Seyirciyi küçük çaplı bir İtalya (hatta dünya) turuna çıkaran film boyunca görsel kesitlerle hem zamanın hem de mekanın ruhunu hissedebiliyorsunuz. Daha önce İklimler filminde gördüğüm motosiklet sahnesinin bir benzerinin vizyon tarihi daha eski olan bu filmde kullanılmış olması, Nuri Bilge Ceylan’a ilham kaynağı olma ihtimali sebebiyle bile bir bakıma filme daha sıkı bağlanmamı sağladı. 


Tekrar hikayeye dönecek olursak, hatırı sayılır bir dergide yazısını yayımlatabilmiş başarılı bir edebiyat öğrencisi Matteo ve bir doktorda bulunması gereken en önemli şey, acıyı paylaşma anlamına geldiğini öğrendiğimiz “sempati” katsayısı yüksek olan bir tıp öğrencisi olan Nicola’nın sözlü sınavlarına tanık olurken yine iki kardeşin karakterine ve filmin ilerleyişine dair ipuçları göze çarpıyor. İtalyancanın şiirselliğiyle akan filmde Matteo’nun şiire bakışı, kararlılığı ve otorite ile olan meselesini iyice idrak edebiliyoruz. Nicola’nın sınavında ise çok sert olduğunu bildiğimiz hocası tarafından, başarılı olmanın tek yolunun İtalya’dan uzaklaşmaktan geçtiğini öğreniyor ve dönemin İtalya’sı hakkında fikir sahibi oluyoruz. 


Tabii asıl hikaye Giorgia karakterinin görünmesiyle başlıyor. Zihinsel rahatsızlığı bulunan ve ruh sağlığı enstitüsünde kalan Giorgia, logoterapi uygulaması için enstitünün muhtemel ihtiyacını karşılayan Matteo’nun ve dolaylı olarak diğer kardeş Nicola’nın hayatını derinden etkiliyor. Kafasında ne olup bittiğini anlamanın güçlüğünden dolayı hemhal olmanın neredeyse imkansız olduğu Matteo, Giorgia’yı bir anda hayatının merkezine koyuyor ve olaylar gelişiyor. 


Olayların netleşmeye başladığı bu noktada, Sartre okuduğunu gördüğümüz ve varoluşçuluğu benimsemiş olduğunu düşündüğüm Matteo, çok daha olgun, iyicil ve rasyonel hareket eden Nicola ve güzeller güzeli Giorgia’nın hikayesinin anlatısında sinema sanatının nirvanalarına ulaşıldığını düşünüyorum. Beyaz perdenin büyüsü, ahenkle dans eden sinematografi, müzikler ve oyunculuklar şahane bir anlatım sunuyor. İçimden “İşte bu!” diyerek haz dolu bir biçimde izlemeyi sürdürürken sinemanın tüm sanatlardan üstün olduğunu sezinliyorum, bu hikayeyi başka hangi sanat aracıyla anlatırsanız anlatın asla bu kadar “tam” olamazdı. Zira diğer tüm dışavurum yada anlatı sanatları yedinci sanat sinemaya nazaran tabiatı gereği nekestir. Ayrıca yalnızca senaryo açısından baktığımızda bile yönetmen Marco Tullio Giordana'nın elinde güçlü bir temel olduğunu yadsıyamayız. Ünlü yönetmen Alfred Hitchcock’a göre kötü romanlar, iyi film yapmak için daha uygundur ancak bu filmin senaryosunu okumak bile oldukça güçlü bir zihinsel yolculuk olabilirdi. 


Sosyoekonomik bir resim, içsel sorgulamalar, gençliğin deliliği ve hayata dair pek çok ince detayı bu kadar özenli bir biçimde standart film saatine sığdırmanın imkansızlığı, bu başyapıtın başta bir mini dizi şeklinde tasarlanmasına sebep olsa da La Meglio Gioventu, zaman içerisinde bol ödüllü bir festival filmi haline gelecek şekilde vizyondaki yerini alabilmiş. Filmdeki her detayın, repliğin ve hatta müziklerin ince ince işlenişini fazla bilgi vermeden örneklendirmek istiyorum. İtalyanca “kime” anlamına gelen “a chi” şarkısı o kadar güzel bir yerde kullanılmış ki herkesin şarkının çaldığı sahnede, şarkının sözlerine dikkat kesilmesini tavsiye ediyorum. Mesela “Matteo, Nicola iken” isimli bir fotoğraf var ki salt bu cümlenin derinliğini hissedebilmek için bile filmi izlemelisiniz. Nicola’nın sevgiyle zincirlemek şeklinde ifade ettiği cümleden özellikle erkekler büyük ders çıkarabilir. Kimseyi sevgiyle zincirleyemezsiniz, herkes dilediği hayatı yaşamakta özgür olmalı. Yine kütüphanede Matteo’nun Giorgia’ya okuduğu şiir de filmin ilerleyişine dair önemli bir işaret. Bir de, "siz Milanlılar sıra dışı insanlarsınız" repliğiyle şu an Milan futbol takımında top koşturan İbrahimoviç’i hatırlatıp İtalya Kore arasındaki Dünya Kupası görüntüleriyle o maçın İtalyan futbol tarihindeki yerini göstermesi futbolseverleri de hoşnut edecek cinsten. 


Neredeyse Orhan Pamuk’un Yeni Hayat’ında “Bir gün bir kitap okudum ve bütün hayatım değişti” şeklinde başlayan ve buna paralel olarak devam eden cümlelerindeki gibi bir anlatıma doğru evrilmek üzereyim. Daha önceleri de İtalyan sinemasına Guiseppe Tornatore vesilesiyle bir hayranlık besliyordum fakat bu defa bu hayranlığım bir nebze daha gelişti. Daha önce de çok kez işittiğim Türk-İtalyan benzerlikleri de bu sempatimde kilit rol oynuyor olabilir. Benzerliklerden söz etmişken kişisel zıtlıkların işlenişi de sanatsal olarak önemli bir unsur. Özellikle tüm insanların içerisinde barındırdığını düşündüğüm zıtlıkların Matteo-Nicola üzerinden somut bir biçimde gösterilmiş olması fevkalade. Üç saatlik filmlere bile uzunluğundan dolayı burun kıvıran biri olarak filmin probleminin süresinin kısalığı olduğunu düşünüyorum. Özellikle Matteo’nun anne baba ilişkisi ve Giulia karakterinin kopuşu biraz yüzeysel geçiştirilmek zorunda kalınmış gibi. Bir parantez de makyajlara açmak isterim çünkü kırk senelik bir zaman dilimini ele almanın beraberinde getirdiği yaşlandırma problemini 2003 senesinin imkanlarıyla yeterince giderememişler. Ancak yine de bu La Meglio Gioventu aracılığıyla hayata dair söylenecek son söz: Tutto è veramente bello, yani her şey gerçekten çok güzel…





Filmin müziklerinden oluşan şahane playliste aşağıdaki link üzerinden ulaşabilirsiniz: https://open.spotify.com/playlist/6RWs2ryP7xxLKJsK3WVSFP