Zaman kavramını yaşamamız ve zamanın geçişini hissetmemiz açısından büyük bir şehirde yaşamanın veya küçük bir şehirde yaşamanın etkisinin bir olmadığı yadsınamaz. Öyle ki, aynı kişiyi farklı yapar. En basiti ruh hali ve duygu durumu bakımından, farklısınızdır. Yanı sıra eğitim durumunuz, mesleğiniz, eğilimleriniz ve potansiyelleriniz bu iki şehirde farklılık gösterebilir. Kimi körelebilir, kimi ziyadesiyle bilenir, tabi buna müsaade ederseniz. Şehirlerin sahip olduğu imkanlar, KİMLİKLER ve sizin sahip olduğunuz imkanlar, KİMLİKLERLE beraber ne kadar uyum içindeyse, o kadar tatminkâr yaşarsınız.
Gel gelelim zaman aynı hızda geçmez. Küçük şehirde yavaş geçtiğine inanılır, ağır akar, bir şeye odaklanıp kalabilirsiniz, daha yavaş hareket edebilirsiniz, telaşsız acelesiz olursunuz genel anlamda, sabit düzlemde giden bir grafikle karşı karşıyasınızdır. Buna karşın büyük şehirde yaşamanın da kendine has rutinleri vardır. Hatta çok daha bağlayıcı olabilecek şekilde insanı robotlaştırdığından bahsedebiliriz. Bu iki rutinin doğası birbirinden farklıdır. Biri daha pastoral, diğeri daha mekanik. Zaman hızlı geçer, öyle ki zamanla ve daha birçok şeyle yarışmak durumunda kalırsınız. Daha farklı bir bağlamda ele alınsa da anlatılmak istenen duyguyu yaşattığı için Gabriel Garcia Marquez’in Doğu Avrupa’da Yolculuk kitabından bir sayfa ile güçlendireyim ne anlatmak istediğimi;
"Prag'da insanlar herhangi bir kapitalist ülkedeki gibi tepki gösteriyorlar. Bu dediğim aptallık gibi görünebilir ama ilginç bir şey; çünkü Sovyetler Birliği’nde başka türlü tepki gösteriyorlar.
Prag'da ve Moskova'da bizim şu saat deneyini yaptık. Çok basit bir şey: Franco'yla ikimiz saatlerimizi bir saat ileriye aldık, tramvaya bindik ve saatlerimiz tam olarak görülebilecek şekilde tutunarak ayakta yolculuk ettik. Adamın biri -elli yaşlarında şişman, sinirli biri- canı sıkkın bir hava içinde bize bakıyordu. Sonra birden saatimi gördü: 12.30'u gösteriyordu. İrkildi. Mihaniki bir hareketle gömleğinin kol kapağını sıyırdı ve kendi saatine baktı 11.30'du. Saati kulağına yaklaştırdı, çalıştığını anladı ama kaygı dolu, üzgün gözlerle en yakınındaki saati arandı ve Franco'nunkini gördü. Onunki de 12.30'u gösteriyordu. Bunun üzerine dirsekleriyle kendine yol açarak tramvay daha durmadan indi ve kalabalığın içinde hızlı hızlı yürüyerek gözden kayboldu.
Paris'te ve Roma'da da aynı tepki var. Moskova'da en rastgele saatlerde her yerde saatimle dolaştım, insanlar saatimi incelemek için yaklaşıyorlardı ama farklı bir merakla. Bu da saat üretiminin Sovyetler Birliği'nde çok az olduğunu öğrenmemize yaradı. Orada pek az kişi saat kullanıyor. Bizim saatlerimizin dikkatlerini çeken yanı, altın görünümünde olması, biçimi, kalitesiydi; ama bence saatin kaç olduğuna bakmak kimsenin aklına gelmiyordu. Sovyetler ‘de insanlar bir kol saati için ne kadar isterseniz verirler. Prag'daki tramvaylardaysa insanlar kendi küçük sorunlarıyla yaşıyorlar: Beyler hanımlara yer vermemek için onları görmemiş gibi yapıyor, hanımlar çantalarında para aramaya koyuluyor, durağa geldiklerinde düğmeye basmıyor, sonra da vatmanı azarlıyorlar. Moskova’da yanlarındakinin omzu üzerinden gazeteyi okuma refleksleri yok; Gazete haberleri yakından izlenmiyor, haberler Batı’daki gibi her günkü yürek çarpıntısını oluşturmuyor. Sokakta konuşkan ve girgin olan Moskovalılar, Batı’daki hanımların saat beş ayininde çıktıkları metafizik yolculuktaki gibi kendilerinden geçmiş bir halde metroda yolculuk ediyorlar."
Küçük bir şehirde yaşarken sanki bütün acı tatlı, yeni eski, geçmişinle ve geleceğinle yaşıyordun. Bu büyük bir yük değil mi aslında insan zihni için? Kötü veya unutulmak istenenler hep var. İyi ve artırılmak istenenler hep korunmaya muhtaç. Sağlıklı bir denge kurmak, zihnen saplanıp kalmamak biraz özveri istiyor doğrusu ve bu tek başına yapabileceğiniz bir şey değil, çünkü bu tek başına kesinlikle bir anlam ifade etmiyor. Kolektif bir çaba, içinde güven duygusunu barındıran, uyumlu bir çaba gerektiriyor. Bu nedenle yaşananları doğru anlamlandırmak, sürdürülebilir bir düzen getirebilir. İnsanı hoyratlıktan alıkoyuyor öte yandan çünkü, bir noktada kaynakların kısıtlılığı söz konusu ve bunun bir bedeli var.
Kaynak derken, kaynak daha çok insan ilişkileri oluyor. Bunun getirisi olarak kurduğunuz bağlam sayesinde, para kazanabilirsiniz ya da sosyal bir çevre kurabilirsiniz. Kalıcı ve zaman isteyen şeylere ulaşmak için elverişli bir ortamdasınızdır. Bir şeyler biriktirmek, dostluğunuzu artırmak, saklamak muhafaza etmek ve hatta sırf kendinize odaklanmak kendinizi çoğaltmak mümkün hale gelebilir.
Şayet uygun bir bağlam bulamaz veya sağlayamazsanız işte o zaman bir şeylere saplanıp kalıyorsunuz. Her şey, o kadar iç içe oluyor ki, kendi mahremiyetiniz aslında, başkasının kaderi haline gelebiliyor. Kolektif bilinç elverdiği izin verdiği kadar objektif olabilirsiniz. Onun dışında kural aslında sübjektifliktir.