İnsanları ve kendimi zeytine benzetirken bu zeytinlerin kendi iradesiyle bulundukları kâseleri seçtiğini düşünmemiştim. Evet, saçma gelecek ama benim için insanlar, bir kâsenin içine doluşmuş kara kuru zeytinlerdi. Bazılarımız güzel ve yakışıklı olarak yeşil zeytin olmuşlardı. Yeşil zeytinin üzerlerindeki çizikler, daha da güzel veya yakışıklı olmalarına sebep olmuştu. Kâselerin en altında kalan zeytinler, yönetilenlerken üstte kalan zeytinler de yönetenler gibiydi. Çatal, hamlesini üsttekilere doğru yapsa da her zaman alttakilerden alıp götürüyordu. Zeytini çok severim ama çatalı tek hamlede en az üç zeytine temas ettirerek batırmaya çalıştıktan sonra çatalın boş dönme ihtimali yüzünden zeytin yemem. Kâse içerisindeki her zeytini de çevremdeki insanlara benzeterek bakarım ve onları yiyen bir vampir gibi olacağımı düşündüğüm için yememeyi tercih ederim. Bazı içi yağ, kekik, pul biberle dolmuş zeytin kâseleri vardır. Kendisinin de yağı olmasına rağmen iyice yağlanır ve o zeytin çatalla gelirken bir iki damla da yağ akar. İşte tam da bu aşırı yağlarından dolayı zeytinleri insanlara benzetmeye başlamıştım. Ben, zeytin kâsesinin içerisinde tek başına kalan o son kara kuru zeytinim.


Oturduğumuz mahalle de bir zeytin kâsesi gibiydi. İnsanların ve evlerin birbirine kenetlendiği bir mahalleydi. Herkes birbirini tanırdı. Küçük mahallemizde birbirine küs insanlar bile yoktu. Mutlu ve huzurlu bir mahalle gibi anlatsam da aslında her mahallede olduğu gibi huzursuzluk sebebi olanlar, bu mahallede de vardı. Huzursuzluk verenler, genel olarak başka mahallelere sorun çıkartırlardı ve bu yüzden mahallede bunun dedikodusu da dönmezdi. Bizim mahallede sadece kadınlar dedikodu yapmazdı. Bu algıyı kıran bir mahalleye sahiptik. Öğle ve akşam vakitleri arasında yaşlı amcalar, caminin güney kısmına gelen ve kapıya göre arka bahçesi dediğimiz yerdeki bankların üzerinde kıldıkları namazdan kazanılan sevapla, günahlarını eşitlemek için dedikodu yapardı. Emekli olmamış, çalışan, baba olmuş adamlar ise akşam caminin karşısındaki kahvehanede dedikodu yaparlardı. Kadınların ev hanımı kısmı gündüz kuşağında toplansa da gündüz vakti işi olan kadınlar için de akşam küçük gruplar halinde toplandıkları olurdu. Genç kızlar annelerinin yanında yetişirken biz erkek çocukları, babamızın yanında kahvehanede yetişemezdik. Yetişmeyi de geçtim orada çay içsek bile genç olarak oradaki büyüklere ayıp edermişiz diye uğramazdık.


Mahallede benim yaşımda üç kişi daha vardı. Bir tanesi en yakın arkadaşım Tuncay’dı. Tuncay, benden daha iri yarı ve yakışıklı bir fiziğe sahipti. Tuncay, mahallenin yeşil zeytini diyebilirdik. Kişilik olarak da tanıdığım en iyi insan olabilirdi. Dostluğu, sadakati, dayanışmacı bir kişiliği vardı. Üniversite yıllarına kadar aynı okulda ve sınıfta da olduğumuz için dostluğumuz kuvvetlenmişti. Arzu ve Cemil de bizimle aynı sınıf ve aynı mahalleden olan diğer iki kişiydi. Mahallenin huzursuzluk veren ekibinde yer alan Cemil, lisede de aynı şeyleri yaptığı için okuldan atılmıştı. Tehlikeli bir insan olma yolunda ilerliyordu. Oysa Cemil; Tuncay ve benden daha zeki, yakışıklı, uzun boylu, güçlü ve aklına gelebilecek her türlü iyi özelliğe sahipti ama özelliklerini tamamen kötü şeyler için kullanıyordu. Cemil, yeşil zeytin görünümünde olsa da içi maalesef çürümüştü. Son olarak Arzu, çocukluğumun korkunç gecelerinde gülüşüyle üzerimi örterken gözleriyle de konuşarak avucumun içerisinde uyuduğum dünyanın en güzel kızıydı. İlkokul dönemlerimizde, okulun dosyalarının içerisinden Arzu’nun vesikalık fotoğrafını Tuncay’la beraber çalmıştık. Arzu’nun bir insan olduğunu da düşünmüyordum çünkü hiçbir insan vesikalık fotoğrafında böylesine güzel gülerek bir poz verememiştir. Arzu’nun fotoğrafına sarılsam da bir kez olsun bu durumu anlatamamıştım. Tuncay ve benim aramdaki bir sır olarak kalacaktı bu durum. Arzu, okula giderken bize emanet edilen kızdı. Ailesi de kendisi de bu durumdan hiç hoşlanmayacaktı. Bu yüzden lise bitene kadar idare ederim, liseden sonra da unutur giderim kafasında yaşıyordum. Arzu, Tuncay ve Cemil birer idam sehpasında olsalar ve sadece bir tanesini kurtarma şansım olsa Arzu’yu kurtarırdım. Tuncay’ın ayak bastığı taburesi olurdum. Cemil’in ise taburesine vuran kesinlikle ben olurdum. Tuncay, benim yerimde olsa kesinlikle ilk olarak benim hayatta kalmamı isterdi.


Lise bittikten sonra ben şehir dışında bir üniversiteye gitmiştim. Arzu ve Tuncay şehirdeki üniversitedelerdi. Ben, bu zeytin kâsesinden çıkmak için başka bir şehre gitmeyi tercih etmiştim. Gitmek istememin sebebi ise Cemil ve Arzu’ydu. Cemil, lisenin son yılında Arzu ile aramızdaki bağın iyi olmasından dolayı bizim aracılığımızla Arzu’yla sevgili olmak istediğini söylemişti. Ben Arzu’yla aşırı samimi bile olamıyordum. İçimdeki kalan küçük umut, samimi olursam tam bir arkadaş gibi kalacağımızı söylüyordu. Tuncay ise daha samimi olandı. Cemil’i bizi bu olaya dahil etmemesi için ve benim gizli hislerim için vazgeçirmeye çalışıyorduk. Bir gece caminin arka bahçesinde Tuncay ve ben otururken Cemil gelmişti. Yine aynı istekten bahsederken bir anda ortam gerilmiş ve bana sağlam bir yumruk atmıştı. Hazırlıksız ve kara kuru bir zeytin gibi olmamdan dolayı tek yumrukla dünyaya bir öpücük kondurmuştum. Yumruk atmasının sebebi ise ortamın gerginliği değil, bir türlü vazgeçmeyen Cemil’in vazgeçmesi için benim sırrımı Tuncay’ın o anda söylemiş olmasıydı. Cemil, yumruğu attıktan sonra "Tuncay’ın söylediklerini duymamış oluyorum, bir daha duyarsam rezil ederim seni bu mahalleye" diyerek çekip gitmişti. Tuncay ve ben birlikte olsak belki Cemil’i orada dövebilirdik ama Cemil’in bu gereksiz hareketinin karşısında ben de aynı gereksiz davranışı yapmak istememiştim. Ben, zaten böyle bir şeyin olmayacağını düşündüğüm için o gün tamamen umudumu kaybetmiştim. Sonrasında Cemil ve Arzu’yu el ele gördüm. Cemil, şampiyonluk maçında takımı 1-0 gerideyken doksanıncı dakikada golü atarak maçı uzatmaya götüren futbolcu gibi bana bakarken Arzu, gol yiyen takımın hocasının tüm değişiklik hakkını kullandıktan sonra ne yapacağını bilmeyen hali gibi bir hal almıştı. Ben ise o golü yiyen kaleci gibi yerden kalkamaz hale gelmiştim. Yeşil zeytin gibi görünen Cemil, o anda benim için kara kuru zeytine dönüşmüştü. Ben de bundan sonra bu zeytin kâsesinin içerisinde yer almak istemediğimden dolayı üniversitede başka bir şehirde olmayı tercih ettim. Arzu’nun fotoğrafına bakamadan odamda bir yere saklayıp gitmiştim. Gittikten sonra yaz tatiline kadar da dönmemiştim. Bu arada Tuncay’la iletişimimiz devam etse de eskisi kadar sıkı olmuyordu. Tuncay da yediğim yumruğun sorumlusu olarak kendini görüyordu. Bu yüzden de utanıyor gibiydi. Bir gün gelecek, sana yaptığının hesabını ona soracağım, derdi. Ben çelimsiz olduğum için hiçbir zaman hesap soramayacağımı da düşünüyordu, galiba.


Tatilde mahalleye değil eve dönmüştüm. Genel olarak evin içerisinde zeytinlerle konuşarak geçiyordu günlerim. Her gün bir tane zeytine çatalı sertçe saplayarak onun Cemil olduğunu düşünerek yerdim. Tatil boyunca yaklaşık on defa Tuncay ile görüşmüştük. Tuncay, derslerinde eskiden olduğu gibi başarılı birisi değil, hatta okulun serserisi gibi bir şey olmuştu. Anlattıklarından bunu anlıyordum. Bir gün Cemil’le muhabbetlerinin olduğunu da itiraf etmişti. Neden kin beslediği adamla samimi olmuştu, hiç merak etmedim. Olabilir, benim için küs kalman da zaten saçmaydı, dedim. İçten içe biraz olsun canım sıkılsa da yine de belli etmemiştim. Eve gittiğimde Arzu’nun fotoğrafını çıkardım. Uzun zaman olmuştu bakmamıştım. Dışarıda gök gürültüsü vardı ve şimşekler odamı aydınlatıyordu. Arzu’nun gülüşü de gözleri de iğrenç bir şekilde bana bakıyordu. Fotoğraf zamanla çirkinleşir miydi, bunu düşünerek uyuyakalmıştım.


Tatilimin son günü eşyalarımı hazırlamıştım. Sabah erkenden yola çıkacaktım. Son kez diyerek annemin yaptığı yemeklerden bolca yiyordum. O sırada Tuncay beni arayarak caminin arkasına gelmemi söyledi. Son günüm olduğunu o da biliyordu. Ben de vedalaşmak için gittim.

“Demek yine kardeşini yalnız bırakıp gidiyorsun.”

“Kardeşim yalnız kalmaz. Gitmemi bu kadar dert etme, Tuncay.”

“Ben yalnızım. Sordun mu neden Cemil’le konuştun diye?”

“…”

“Arzu, Cemil’den ayrıldı. Cemil, aralarını yapmamı istedi. Ben de bunu fırsat olarak bildim. Cemil dostum olacaktı ki senin intikamını öyle alayım. Cemil'in etrafı kalabalık olduğu için tek başıma bunun üstesinden gelemem diye, yanında olursam elbet baş başa kalırız diye düşündüm.”

“Ne intikamı? Ben o geceyi burada bırakıp gittim. Umurumda bile olmadı. Sen de bırak artık. Hırsın sana zarar verir. Ben bile hırs yapmazken benim için kendini yormana bile değmez.”

“Bilmediğin çok şey var Tolga.”

“Bilmediğim ne?”

“Arzu, seni seviyormuş. Senden bir şey göremeyince sana nispet yapar gibi Cemil’in teklifini o zaman kabul etmiş. Yoksa Arzu gibi akıllı bir kız onunla sevgili olur mu? Cemil bir iddia uğruna Arzu’yla sevgili olmak isterken bizim onay vermemiz yüzünden inat yapmış. Ben de güya aralarını yapacakken bunları öğrendim. Arzu’ya da her şeyi anlattım. Cemil’e de olmuyor, Arzu istemiyor diye geçiştirdim. Zaten Cemil’i bilirsin, pek de umurunda olmadı. İki üç gün hazmedememişti sadece. Ondan sonra pisliğine döndü. Hırsızlık, küçücük çocuklardan haraç alma, her gün kavga derken iyice pislik oldu. Neredeyse bulaşmadığı pislik kalmadı.”

“Sen ondan uzak ol kardeşim. Saat sekiz olacak, artık eve gideyim ben de. Sabah yolcuyum.”

“Sen beni boş ver. Seni eve kadar bırakayım.”

"Boş vermiyorum. Sen uzatma, bitsin. Hadi gidelim."


Aramızda geçen bu diyalogdan sonra pek konuşmadan eve doğru yürüdük. Dillerimiz hareket etmese de ara ara birbirimize bakmamız aslında birçok şeyi söylüyordu. Yıllarca ayrılmayan dostlar olduğumuz için konuşmadan da bir şeyleri anlayabiliyorduk. O anda yalnız kaldığım kâsenin içerisinde bir zeytin daha olduğunu hissetmiştim. Evin önüne geldiğimizde sen yalnız değilsin kardeşim, dedim. Sarıldık ve veda ettik. Tuncay’ın evi de yakındı, o da eve doğru gitti. Uyku vakti geldiğinde yine Arzu’nun fotoğrafını çıkardım ve bu kez yine gözlerinin içinden gülmeye başlamıştı. Eskiye göre büyüyen parmaklarımla yanaklarına dokunmak istesem de olmamıştı. Saçına ve pembe tokasına serçe parmağımla dokunurken hücrelerim, bulaşık yıkarken titreşimdeki telefonun ısrarla çalması gibiydi. Sadece ellerim değil dudaklarım da büyüdüğü için “Nuri Foto” yazısı da dâhil olmak üzere fotoğrafa bir öpücük kondurdum. Uzun zaman sonra en güzel uykumu uyuyacağım diye düşünürken uyumuştum.


Sabah kalktığımızda kahvaltı ederken yine bir Cemil tüketeyim istedim. Keyifle tükettiğim ilk Cemil bu olacaktı. Çatalla sert bir hamle yaptım. Çatal boş gelmişti. İçime yine kara bulutlar çökmüştü. Babam bir zeytini bile almayı beceremiyor diyerek gülüyordu. Gitmem yaklaştığında üzüntülerini belli etmemek için böyle güler gibi yapardı babam. Annem de aynısını yapmak istese de beceremezdi. Tarihe geçsin, bugün bir yıl boyunca zeytin yemeyeceğim, dedim. Kahvaltı ettikten sonra bavulumu da alarak aşağıya iniyorduk. Babam arabayla otogara bırakacaktı. Annem de yine uzun süre dönmeyeceğimi düşünerek otogara gelmeye karar vermişti. Ben bavulumu bagaja yerleştirirken annem "Bakkalın önünde Muhtar Hasan amcanla, Bakkal Turan amcan oturuyor, gittiğini görüyorlar, ayıp olur, git vedalaş." diyordu. Annemi giderken kırmak istemedim. O arada babam da arabayı çalıştırmıştı. Sonra arabadan inmiş, hadi son kez sen sür, diyordu. Geliyorum hemen diyerek bakkala doğru yöneldim. Hasan amca, telefon elindeyken bir anda ayaklandı. Turan amcaya bir şeyler söyledikten sonra hızlı adımlarla bana doğru geliyordu. Bir an, ben bir şey yapmadım diyerek kaçmak gelse de içimden ben bir şey yapmadığım için öylece kaldım. Turan amca da acele bir şekilde bakkalı kapatmaya çalışıyordu. Hasan amca, “Yahu yeğenim, eskiden cami önüne bebek bırakırlardı şimdi ceset bırakmışlar. Polis gelmiş. Sen gidiyor muydun?” dedi. O sırada babam da duymuştu. Kimmiş falan derken bir anda Hasan amcanın peşine takıldık. Otobüsün kalkışına yaklaşık bir saat vardı. Yetişiriz diye düşünerek gidiyorduk. Caminin önünde bayram kalabalığı vardı. Bağıran, ağlayan bir sürü insanın içinde polisin amiriyle konuşması dikkatimi çekmişti. “Amirim, öldürülmeden önce bir boğuşma olmuş. Yerdeki kan örneklerinden aldık. Maktulün tırnak aralarından doku örnekleri de aldık. Otopsiye gönderilmek için hazır.” dedi. Bu sözlerden sonra etrafıma baktığımda ağlayan Nurten teyzeyi gördüm. Nurten teyze, Tuncay’ın annesiydi. Telaşla kalabalığın arasından sızarak yerde yatan cansız bedene ulaştığımda tahmin ettiğim gibi Tuncay’dı.


Gözümü açtığımda evdeydim. Ağlamaktan ve bağırmaktan bayılmış ve kriz geçirmiştim. Aslında bana öyle dediler, ben hiçbir şey hatırlamıyordum. Sabah çatala gelmeyen zeytin aklıma geliyordu. Tuncay, karşımda gibiydi. Sakinleştirici iğne de yapmışlar ama etkisi yok gibi zannediyordum. Hemen Tuncay’ın evine gittim. Tüm mahalleli oradaydı. Hiçbirine bile selam vermeden içeriye girdim. Nurten teyze, "Oğlum" diye sarılmıştı. Dakikalarca birlikte ağladık. "Senin yanından geldi, 'Doyamadım Tolga’ya, sabah gidecek' diyerek evden çıktı, size gelmemiş oğlum." diye ağlıyordu. Ben şok üstüne şok yaşıyordum. Biraz sakinleştikten sonra Tuncay’ın odasına geçtim. Arzu, Tuncay’ın yatağının ucuna oturmuş ağlıyordu. Hiç konuşmadan ben de yan tarafına oturdum. Tuncay’ın kitaplığındaki sırayla dizilmiş ajandalar vardı. Masasında da bu yıla ait aynı ajandadan bulunuyordu. Dikkatimi çektiği için kitaplıktan bir tanesini çıkardım. Günlük tutuyormuş. Günlük tutacak birisi gibi değildi ve bundan da hiç bahsetmemişti. Hemen masanın üzerindekini aldım ve son olarak ne yazmış diye baktım. O sırada Arzu da yaklaşmış okuyordu.


“Kardeşim, bana yalnız olmadığımı söyledi. Hayatta onu kaybetmekten çok korkmuştum. Kendimi bildiğimden beri onu da bilirdim. Şimdi, o Cemil hıyarını camiye çağırdım. Beni dostu zannettiği için de yalnız gelir. Suratına en az üç yumruk salladıktan sonra fotoğrafını çekip kardeşime intikamını aldım, diyeceğim. Sonrasında da artık Arzu’yla da konuşarak aralarını da yaparım. Arzu’yu da alarak sabah otogara yolcu etmeye bile giderim. Bu gece kötü günler son bulacak, yarından sonra kendim için de bir şeyler yapacağım. Başta derslerime çalışarak başarılı olacağım. Bir gün ben de birisini seversem kardeşim bana yardımcı olur. Kafam rahat. Uzun zamandır böyle mutlu olmamıştım.”


Katil belliydi. Günlüğü de alarak Arzu’yla polise gittik. Cemil, kabul etmese de boynundaki tırnak izleri sayesinde Cemil’i sonuçlar çıkana kadar gözaltında tuttular. Tuncay’ın tırnak arasından alınan doku örnekleri ve Cemil’den alınan doku örnekleri eşleştiği için Cemil tutuklanmıştı. Delillerinin ortaya çıkmasıyla beraber itiraf da etmişti. Tuncay'la kavgaları başladıktan sonra Cemil'in de karşılık vermesiyle kavga büyümüş ve Cemil, o an için kendini kaybettiğinden dolayı cebindeki bıçakla Tuncay'ın ölümüne sebep olmuş. Bunlara rağmen pişman olmadığını söyleyen pişkinliğiyle parmaklıklar arasında çürüyen zeytin olmaya mahkum olmuştu. Arzu ile de aramızdaki duygular ve olaylar hakkında hiç konuşmadık. Galiba benim konuşmamı bekliyordu. Ben, birkaç gün sonra öğrenci olduğum şehre gittim. Bir daha mahalleye dönmek istemiyordum.

Arkadaş kurbanı olmamıştım ama arkadaşım, kurban olmuştu. Arzu’yla da bu sebepten dolayı konuşmadım. Zamanla beni anlamıştır, Arzu akıllı kızdır, diye düşündüm. Üst üste yaşanan bu olaylardan dolayı bu kâsenin içerisindeki tek zeytin benim. Bunlardan dolayı yalnız kalmayı tercih ettim. Bir ara Tuncay vardı ama onu yediler. Bir kişinin daha benim kâsemden gitmesini kaldıracak gücüm yoktu. Her çatal darbesinde yaralar alarak çokça savrulsam da bundan sonra kendimden başkasına zararım olmaz diye düşündüm. Çatalın sağlam bir şekilde batmasını beklemeye başladım.

İnsanları ve kendimi zeytine benzetirken bu zeytinlerin kendi iradesiyle bulundukları kâseleri seçtiğini düşünmemiştim. Mahalle kâsesinden kurtulmak isteyerek üniversite kâsesine girmiştim. Üniversite kâsesinde yeşil zeytin gibi görünmeye çalışan siyah zeytinler bile vardı. Oradan kolayca kurtulmuştum ve tek başıma kaldığım bir kâsem var zannediyordum. Tuncay ile aynı kâsede olduğumu fark ettiğimde bundan sonra sadece sevdiğim zeytinlerle aynı kâsede olacağım diye planlar kurmuştum. Ertesi gün, Tuncay’ı yediler. Tuncay’ın olmadığı kâseyi de bundan sonra kabul edemez olmuştum. Ben, zeytin kâsesinin içerisinde tek başına kalan o son kara kuru zeytinim.