Garip pencereyi açtım, zifiri ışıkla kamaştı ruhum.

Zindanı hissettim, dibine kadar indim.

İntiharıma çeyrek kalmışken bilmezler hangi özgü sebepten,

Ben bambaşka şeyler merak ettim.

"Örümcek ağları bağlamış, kimse mi temizlemedi?" dedim.

"Ya bu tuhaf koku? Daha güzel kokamaz mıydı?" dedim.

"Sümbül olsa mesela şurada?"

Ama yok yok hayır,

Sümbül olsa ölemezdim...

"Sahiden ölmeye mi geldim?" dedim, saçmaladım.


Derken kara saçlı bir meczuba rastladım,

Beyaz gömleği toz toprak kan içinde,

Fal taşı misaliydi gözlerim ne yapacaklarını bilmez biçimde.

Yüzyıllardır zindanda gibi bir hali vardı.

Belki de Yusuf'un bir ikizi vardı...

Sordum ona ''Neden can çekişip durursun?

Kalamazken burada ne diye çıkmaz oturursun?

Yaşamaya mı sitemin ölmeye mi?

İkisine birden direniyorsun,

Araf'ın zulümü değil mi ki en beteri?''

Bir şeyler mırıldandı hüzünlü, sözleri zindandan da kasvetliydi.

Ama anlamadım, zannediyorum ki ecnebiydi.


Birden ismimi duydum geldiğim pencereden

Ne in ne cin ne Adem, Havva da değildi.

Sandım ki seslenen meleğin dört harflisiydi.

Bir isim daha yankı yankı dolarken kulağıma

O biçare karanlık insan kalktı ayağa.

Neden sonra anladım ki yukarıdaki ikimizi birden bilen

İkimizi birden bekleyendi...

Ben ölmekten vazgeçmeli, o ise hayata geri dönmeliydi.

Nitekim, bekleyen,

İkimizin de en sevdiğiydi...