RUTİN ÜZERİNE
“Ben bu derde mezardan başka çare göremiyorum.”
-Goethe
Hayatta yapılabilecek her şeyi yapma gücünü elinde tutanlar bile bir süre sonra kendini tekrar etmenin ötesine geçemez. Var olan bütün yasaları silsek, bütün sistemleri kaldırsak ve tüm tabuları yıksak bile insan, tekrarlayan bu döngüden kendisini kurtaramaz. Bunun yegâne nedeni var oluşun en başından itibaren süregelen olasılıklar zincirini, bir noktada bütün olarak incelemeyi bırakıp parçalarına odaklandığımızda gördüğümüz tek şeyin, bir tekrar olduğunu gözlemlememizdir. Bu zincir öyle geniş çaplıdır ki evrenin her noktasına yayılmıştır. Sicimlerimizden galaksilere kadar. Rutin, elbette tek başına ele alındığında masumluğundan ödün vermez. Hatta bilinçli bir zincir (rutin) bir çok alanda fayda sağlar. Sabah kalkıp kahvaltıyı hazırladığınızda, hazırladıklarınızı afiyetle yediğinizde güne daha mutlu, daha pozitif başlayabilirsiniz. Yahut da her sabah bir bardak kahve içip sokaklarda akan nehirlere karışabilirsiniz. Masum duruyor gibi. Ama insan bir kere zincirine dolandığında nasıl bir belaya bulaştığını fark eder. Hayatım boyunca rutinin yıkıcı etkileri altında ezildim. Çünkü fark ediyorum ki bu bitmek bilmez döngünün bir kurtuluşu yok. Başlangıçta, bile isteye içtiğimiz o kahve haftalar sonra bir zorunluluk hâline geliyor. Fark etmeden o kadar çok halkayı birbirine geçiriyoruz ki sonunda o halkalar bizi sarıp sarmalıyor ve sadece nefes alıp veren birer bedene dönüşüyoruz. Sokaklarda akan bir sürü beden. Çok uzaklaşmayın; kafanızı pencereden çıkarmanız yeterli, rutinin göğün üzerinde savrulan kırbaçlarını görmek için. “Kuşlar ötüyor hayat ne güzel” kuşlar her gün ötüyor. Her gün bir diğerinin aynısını yaşıyoruz ve herkes de bunu görüyor; ama doğru açıyla bakmıyorlar. Buğulu gözlüklerinin arkasından dünyayı izliyorlar ve onu algılayabilmek uğrunda bir ömrü harcıyorlar. Her gün otobüse binip işine giden insanlar, her gün içilen kahveler, her gün tepemizde savrulan kuşlar... Kırmızı ışıkta duralım, yeşil yanınca geçelim. Yaya geçidini kullanalım. Her gece uyuyalım her sabah uyanalım ve vakti geldiğinde ölümü kucaklayalım. Theodore Kaczynski, bu konulara “Sanayi Toplumu ve Geleceği” yazısında değinmişti. Teknolojinin bizi nasıl da sistemselleştirdiğini, “Aşırı toplumsallaşmış” ( "Bazı insanlar öylesine aşırı toplumsallaşmışlardır ki, ahlaki bir biçimde düşünme, hissetme ve davranma girişimi onlara ağır bir yük olur. Bu insanlar da suçluluk duygusunu azaltmak için, aslında ahlaki bir temeli olmayan duygular ve hareketler için ahlaki açıklamalar bularak motifleri konusunda kendilerini sürekli aldatmak zorunda kalırlar. 'Aşırı toplumsallaşmış' terimini böyle insanları tanımlamak için kullanıyoruz." Theodore Kaczynski ) bireylere dönüştürdüğünü anlatmıştı ve çözüm olarak da tümüyle teknolojiden uzaklaşmak , hayatı en ilkel hâliyle yaşamak gerektiğini söylemişti.
Doğaya kaçmak. Bir çözüm olabilir miydi bu ? Başlarda evet güzel bir çözüm gibi duruyor. Biraz temiz hava, okyanuslar, denizler... Doğanın yeşilliğini üzerine çekip güneşin altında kestirmeler... Başlarda güzel elbette. Peki ya sonra? Sonrasını özetleyeyim: deniz, yeşillik , kuşlar, balıklar , adrenalin , deniz , yeşillik , kuşlar , balıklar , adrenalin , deniz , yeşillik , kuşlar... Sadece daha büyük bir rutin. Ev- iş arasındaki rutin zincirinin daha genişletilmişi sadece. Rutin, evrenin her yerini sarmış durumdadır ve ondan kaçış yoktur. Bunun bilincinde olmak hastalıklı bir zihinle yaşamak demektir. Gittiğiniz her yerde izlerine rastlarsınız zincirin. Gittiğiniz restoranlarda masalar arasında dans eden garsonları görünce, kuytu köşeden parıldar zincirin alaycı gümüşü. Kulaklarınızı çınlatır şıngırtısı. Hayat: İnsanların adına yaşamak dediği bir tutsaklıktır ve bu ne yaşamak ne de ölmektir bu sadece sürüklenmek. Bütün dinler bir tutsaklığı anlatır; keza mitolojiler de pek farklı ilerlemez. Kaos dedikleri, entropi dedikleri rutinin kendisinden başkası değildir. Tepemizde kahkahalarını savurur, uykuyla uyuşturur beyinlerimizi.
Rutinden kaçış yoktur dedik ama zinciri genişletirseniz sınırları görmek o denli zorlaşır. Sık sık doğaya kaçmak, arada sırada rastgele kararlar vermek rutin zincirini bir hayli genişletir. Ama uzun vadede etkisi daha yıkıcı olacaktır elbet. Zincir ne kadar genişletilirse kapladığı alan da o denli artacaktır ve en sonunda içinde yaşadığınız dünyada size yer bırakmayacaktır. Bir de aksi bir durum söz konusudur: Zinciri olabildiğince daraltmak ve zincirin kendisi olmak. Minimalist bir yaşam tarzını benimsemiş insanlarda gözlemleyebiliriz ki onlar, nesnelerle olan ilişkilerini rüşvet verirmişçesine rutinin ellerine bırakmışlardır.
Az kıyafetleri, az eşyaları vardır bu nedenle bu eşyalara geri dönme süreleri dardır. Bu gün çıkardığı kıyafeti iki gün sonra yeniden giyer ve böylelikle kendisine yük olabilecek her türlü davranışı ( yani sabahları kıyafet seçmek gibi ) rutinin kendisini kullanarak ortadan kaldırır. Hayatını bacaklarının arasına alır, rutinin zincirleriyle onu dizginler.
Bu noktaya kadar rutinden uzaklaşmanın yollarını anlatıyordum ve çözüm olarak da rutinleşmeyi ileri sürüyorum. Çünkü rutinin dışında bir hayat yoktur. Unutulmaması gereken şudur ki zinciri ne kadar geniş tutarsanız başladığınız noktaya dönmek bir o kadar yorucu ve yıkıcı olacaktır. Bu nedenle uzun vadede ki etkileri göz önüne alındığında sıradan bir rutin komplike bir rutine tercih edilmelidir. Her ne kadar çözümler üretsek de rutinin etkilerinden kurtulmak mümkün değildir. Her kırmızı ışıkta, her kahve içtiğinizde, her sigara tüttürdüğünüzde bir halka daha genişler zinciriniz.