Kadın; kiraz dudaklı, al yanaklı, kuzguni siyah saçlı kızına sevgiyle baktı. Bugün kızının on altıncı doğum günüydü. Doğmasını sabırsızlıkla beklediği, kokusunu duymak için gün saydığı biricik kızı gözlerinin önünde genç bir kız olmuştu.
On altı yaş! Bazı kültürlerde evlenmek için ideal bile sayılabilirdi. Kendi ailesi oldukça geleneksel olmasına rağmen bu çağda on altı yaş çocuk sayılırdı gerçi. Ama yine de gözlerinin önünde bir çocuk değil de tüm tazeliği ve güzelliği ile kendi canının kanının duygularının ve düşüncelerinin tezahürü, kızı göz dolduruyordu. Tam da bu yaşta kendi annesiyle yaptığı o ölümsüz anı hatırladı anne. Annesi yüzlerce yıldır kendi soyunun tüm annelerinin yaptığı gibi 16 yaşındaki kızını yanına çağırmış, elinde tuttuğu ağır zincir kolyeyi boynuna takmıştı. Sonradan öğreneceği üzere bu birbirine geçmiş gümüş rengi halkalardan oluşan ağır zincir kolye, annesine de kendi atalarından kalmıştı. O zaman henüz genç bir kız olan kadın, kolyenin ağırlığını önceleri pek anlayamamıştı. Annesi ailedeki tüm kadınların bu kolyeyi ağırlığına rağmen taşıdıklarını gururla açıkladığında kolye ona o kadar ağır ve önemli gelmemişti. Kolyenin gümüş olduğunu düşünmüş ama annesi gümüş olmadığını kolyenin demirden yapıldığını açıklamıştı kızına. Ve bir de bu kolyeyi çıkarmak istese bile çıkaramayacağını çünkü kolyenin o ailede doğan tüm kız çocuklarının kan ve doğum hakkı olduğunu söylemişti. Aradan geçen yıllar annesini haklı çıkarmıştı, kolye gerçekten de ağırdı. Belki de annesinin dediği gibi değerliydi, kim bilir! Ama kadının yıllar geçtikçe istediği tek şey kolyeyi çıkarıp atmak olmuştu. Ne yazık ki doğumla gelen bu hak onu çıkarıp atmayı neredeyse imkansız kılıyordu. Demirden kolyenin klipsini bazen çok sıkı takıyor, bu da boynunun acımasına sebep oluyor, bazen de çok gevşek takıyor, bu sefer de kolyenin ağırlığı göbek deliğine kadar inip omurgasının eğilmesine sebep oluyordu. Zamanla kamburlaşmasının ve boğaz problemlerinin sebebi kesinlikle bu kolye olmalıydı. Yine de kolyeyi nasıl çıkaracağını hiçbir zaman tam olarak bilememişti. Bu konuda gerçek bir niyeti de açıkçası yakın zamana kadar olmamıştı. Ne var ki şu son yıllarda tüm odağı kolye ve onun ailesi için ne anlama geldiği üzerineydi. Bunun üzerine aile ağacındaki kendi ata kadınlarını incelemeye karar verdi. Belki aralarında kolyenin mutluluk getirdiği kadınlara rastlayabilirdi. Ya da kolyeyi çıkarmayı başarabilenlere!
Bu incelemenin kolay olacağını düşünmüştü ama hatalı olduğunu anlaması çok uzun sürmedi kadının. Bir kere aile ağacında ulaştığı kadın atalarının sayısı bir elin beş parmağını geçmiyordu. İkincisi, ulaşabildiklerinin hayatlarına dair çok fazla bir bilgi elde edememişti. Ve hepsinden önemlisi olan sonuncusu, bir insanın iç dünyasını anlamak ve onu derinlemesine incelemek çok zor bir işti. Kadın atalarının hayatla olan ilişkileri nasıldı? Ortak olarak en çok nerede zorlanmışlardı? Demirden yapılmış bu ağır kolyeyi kolaylıkla taşıyabilmişler miydi? İçlerinden bir tanesi çıkıp da “Hayır, bu kolyeyi takmak istemiyorum.” demiş miydi? Yoksa takıp takmadıklarının farkında bile olmamışlar mıydı? Kadın, uzun araştırmalarının sonunda bu çalışmadan verimli bir sonuç elde edemeyeceğini idrak etmişti. Ulaşabildiği tek sağduyulu sonuç şu oldu: Kadın ataları kendilerinden sonraki jenerasyona ne bıraktıkları ve bıraktıklarının sorumluluğunu almak hakkında pek fazla düşünmemiş olmalıydılar. Eğer bunun sorumluluğunu hissetselerdi geriye mutlaka bir işaret ya da ona benzer bir şey bırakırlardı. Oysa onlardan kalan tek bilgi, tek materyal işte şu demirden ağır kolyeydi. Kolyeyi tüm ağırlığıyla elinde tutarken çözümü hep kendinden dışarıda aradığını idrak etti kadın. Eğer ataları onunla konuşamıyorsa o, kendi içini araştırarak atalarına ve onların bilgisine ulaşabilirdi. Ataları onun düşüncelerindeydi, duygularındaydı, bir türlü anlayamadığı duyularındaydı. Ağır kolye, kadınla atalarını birbirine bağlayan bir bağ idi. Kolyeyi kızına miras bırakmak üzereyken aslında bunun sorumluluğunu kendisinin de almadığını fark etti kadın. Sanki derin bir uykudan uyanıyormuş gibi geldi ona. Hayatını, yapmak isteyip yapamadıklarını, yapıp pişman olduklarını, eksik bıraktıklarını, fazlaca yaptıklarını, hayallerini ya da hayal kurmadaki beceriksizliğini, endişelerini, korkularını, zayıflıklarını ve güçlü olduğu yanları düşünürken buldu kendini. Tüm hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçerken ulaşabildiği fakat bir elin beş parmağını geçmeyen kadın atalarıyla da birçok ortak yanını keşfetti kadın. Bir şekilde bambaşka hayatlar yaşadıysalar da kadın atalarıyla tahmininden daha çok benzerlikleri vardı. Özellikle eksik bıraktıkları konusunda birbirlerine neredeyse eştiler. Kadın biraz düşününce hayatın her insanı ve elbette kendisini ve kadın atalarını da bir seçim noktasına getirdiğini hayretle idrak etti. Ve bu seçim noktası aslında o ağır kolyeyi takıp takmamaya karar vermekle yakından ilişkiliydi. Kadın ataları bir seçim yapmaları gerektiğini fark etmemişlerdi bile. Onlar kendi ataları tarafından boyunlarına geçirilen ağır kolyeyi her seferinde kayıtsız kabul ederek aslında bir dönüşüm fırsatını kaçırmışlardı. Kolyedeki her bir halka, her bir kadın ata için farklı anlamlar ifade ettiyse de özünde bir soyun kendini dönüştürme fırsatıydı. Hem kendinin hem de ailesinin karmasını dönüştürme sorumluluğu tüm insanlığa verilmiş bir haktı ancak bunu yalnızca liyakat sahipleri başarabilirdi. Kadın onun payına düşen sorumluluğun büyüklüğü ve yüceliği karşısında ürperdi. Bunu gerçekten yapabilir miydi? O, bu güce sahip miydi? Hayatının seçimiyle karşı karşıya geldiğinde sorumluluğunu hatırlayacak mıydı ya da boynunu uzatıp demirden ağır kolyeyi çaresizce taşımayı kabul edecek miydi? Şimdi, kızı gözünün önünde kendi atalarının karmasıyla yol alırken kendisi için, onun için ve gelecekteki tüm kız torunları için bu dönüşümü başlatabilecek miydi? Evet insan kendi kaderini yazamayabilirdi. Hatta hayatının belli bir dönemine kadar onun kurbanı da olabilirdi. Ama seçim, her insan için yüce Yaratıcı tarafından bahşedilmiş bir haktı. Yaşamın seçimler üzerine kurulduğunu idrak ettiği her bir an karmasını da yeniden yazabilecek güce ulaşabilirdi insan.
Tüm bunları düşünürken içinde bambaşka dünyaların kapısını araladığını hissetti. Annesinin bir zamanlar kendisine kolyeyi getirdiği günkü gibi elinde demirden zincir kolye kızının yanına gitti. Saçlarını usulca okşayarak ona şöyle dedi:
—Elimdeki bu kolye bana atalarımdan kalmıştı. Doğum ve kan hakkı olarak bunu sana bırakmak zorundayım. Çünkü genetik ve DNA zinciri bana bundan başka bir çare bırakmıyor. Ama sadece bu kolyeyi bırakmayacağım. Aynı zamanda bir seçim şansın olduğu bilgisini de seninle paylaşacağım. Bu bilgi benim kanımdan ve genetik hafızamdan sana akacak. Ben kendi küllerimden her yeniden doğuşumda senin de yeniden doğabilmen için bir imkan oluşturacağım. Bunu önce kendim, sonra senin için yapmaya niyet ediyorum. Çünkü sevmek bunu gerektirir. Gerçek sevgi zamanın ve boyutların ötesinde bir bilinç halidir. Bizi geçmişe bağlayan ve geleceğe yaklaştıran da sevgi bilincidir. Sana mirasım hem demirden ağır bu kolye hem de işte bu bilinçtir. Tercih yalnız ve yalnız sana ait olacak. Yüzünü ya geçmişine, geçmişimize döneceksin ya da geçmişimizi bilip yepyeni bir gelecek inşa edeceksin. Şimdi söyle bana güzel kızım: “Bu seçimi yapmaya hazır mısın?”