irfan çalışkan dünyanın seyrini değiştirebilecek bir makine icat ettiğinde elli bir yaşındaydı. ancak bu icat irfan'ın beklediğinden daha farklı bir değişime sebep olmuştu.


irfan çalışkan 1971 yılında niğde'nin küçük bir köyünde dünyaya geldi. kendisi yedi kardeşin en küçüğüydü. ortaokulu dört kilometre uzaktaki köyde okudu. liseyi niğde'nin merkez ilçesinde. üniversite için ankara'ya yerleşti. lise yıllarında babası vefat etti. kendisi okusun diye kendinden bir yaş büyük abisi canını dişine takıp çalıştı. irfan fen öğretmeni oldu. ancak daha büyük hedefleri vardı, kendisine göre o büyük sıçramayı bir türlü yapamamıştı. bu sırada erkek kardeşi çalıştığı inşaatta iş kazası sebebiyle öldü.


üniversiteyi bitirdi, askerliğini yaptı, saliha sütçü ile evlendi. ortalama bir memur hayatı sürdürdü. otuz beş yaşına geldiğinde elinde hiçbir şey yoktu. bir eş, bir çocuk, bir iş, bir ev, bunlar tamamdı, ama dönüp aklını kurcaladığında kıyıya köşeye saçılmış fikir kırıntıları onu rahatsız ediyordu. o, büyük adam olmalıydı, o, söz sahibi olmalıydı. üstelik bu kadar beyinsiz deri, gıcır gıcır koltuklarda yer alabiliyordu, o neden olduğu yere çakılı kalmalıydı ki?


mesela okul müdürü, adam her seferinde kimsenin işine yaramayan fikirlerle karşılarına geçiyor, olan sorunları görmüyor, üstüne işleri zorlaştırıyordu. muhtarın hiç farkı yoktu, en küçüğünden en büyüğüne kadar herkes yanlış ilerliyordu. böyle bir yerde o, hem akıllıydı, sorumluluk sahibiydi, çalışmaktan gocunmazdı, neden iyi yerlerde olmasındı?


işler hiçbir zaman istediği gibi gitmedi, saliha ikinci çocuğu doğurdu, aile saadati sağlandı sağlanmasına da ikinci bir çocuk onları dar boğaza soktu. yetim irfan çalışkan'ı kimse yükseltmedi, kimse onun kesesini rahatlatmadı, iyi bir fen öğretmeni olmaktan öteye gidemedi. yine de ailesini geçindirebildi.


elli yaşına geldiğinde böyle bir yere varamayacağını anladı. aklını kurcaladı, durdu ve onu iten gücün ne olduğunu düşündü. azim onu hiçbir yere getirmemişti, iyimserlik, mutluluk, neşe hiçbir şey vermemişti ona. düşündü, düşündü, düşündü ve fark etti ki bir yerlere gelememek, göz göre göre reva olmak onun içinde büyük bir öfke ve nefret yaratmıştı. o da beyinsizleri yok etme makinesini icat etti. hedefi gerçekten beyni olmayan insanları yok etmek değildi, beyni yokmuş gibi davranan insanları yok etmekti. o deri, gıcır gıcır koltuğun sahipleri, ellerini öpmekten midesi bulanan kimselerin ne faydası vardı? yoklukları daha yararlıydı.

fakat kendisi minicik, ufacık, pek de önemli olmayan bir hata yapmıştı, beyinsizi makine gerçekten beyinsiz olarak algılayacağını hesaba katmamıştı. hal böyle olunca makine odanın bir köşesinde paslanmaya bırakıldı. irfan çalışkan sonunda aile saadetini, emekliliği beklemeyi kabullendi.


tam da bu sırada ankara'da, iyi bir hastanede dünyada denenmeyen bir şey deneniyordu: beyin nakli. beyin ölümü gerçekleşmiş, ancak diğer tüm organları sapasağlam çalışan seher demir'e kalbi de işlevini yitiren ferit zırhlı'nın beyninin nakli deneniyordu. işe yarayacağı belirsiz olsa da tıp dünyasında çığır açma isteğiyle bu operasyon gerçekleştiriliyordu.


tabii bizim beyinsizleri yok etme makinesi çok güçlüydü, iki bin üç yüz kilometre uzağa kadar tarama gücüyle saatte yüz kilometre hızla ilerleyebiliyordu. bu makineden kaçarı yoktu, bir tespit etti mi yok etmesi garantiydi.


irfan çalışkan oturma odasında televizyon izliyordu, BYEM paslanıyordu ve beyinler çıkarılmak üzereydi, nakil gerçekleşiyordu.


irfan çalışkan'ın yıllardır beklediği değişim yolunu şaşırmış, yine de onun adını duyurmaya yetmişti.


beyinler çıkarıldı, iki beden de beyinsiz kaldı. bir litre su, yüz altmış gram yağ, yüz on gram protein, on beş gram şeker ve on gram tuz, kaosun sebebi bu karışımdı. beyinsizleri yok etme makinesi dolu yakıtıyla iki bin üç yüz kilometreyi taradı, görev amacını tespit etti ve saatte yüz kilometre hızla yola çıktı. ameliyathaneyi bastı, beyinsiz kalan iki bedeni yok etti. çığlıklar hastaneyi inletti. ferit zırhlı ve seher demir hiçliğe karıştı, aileler çok acı çekti. makine varoluş amacını yerine getirdi, saçtığı dehşet sebebiyle parçalanıp çöplüğü boyladı.


irfan çalışkan'a düşen kötü bir ün, utanç, ayıplanma ve işsizlikti. kötü bilim adamı kaderiyle yaşlandı.