"İnsanın karnı tok, sırtı pek oldu mu başkalarının yoksulluklarını okuması, merhamete gelip iç çekmesi ne tatlıdır."
Wolfgang Borchert
Onbinlerce defa okunmuş olan ve hakkında pek çok olumlu geri dönüşün olduğu Livaneli'nin Huzursuzluk kitabına bir bakalım bugün.
Öncelikle kitabın ve Livaneli'nin kendi açımdan olumsuz yönleriyle başlayayım.
Çoğunluğu Mardin'de geçen ve IŞİD örgütünün de büyük etkilerinin görüldüğü, Yezidi kadınların çektiği işkencelerin anlatıldığı bu romanda, biraz Mardin mekanından bahsedelim. Sonuçta tipik bir Mardin evi, kentsel yapıyı, Mezopotamya ovalarıyla görsel bir bağlantı kurabilecek şekilde dikey değil yatay bir şekilde planlatmıştır. Verimli saatlerde güneşi içeri alabilmeyi de hedefleyen bu geleneksel mimariden tabii ki de uzun uzadıya bahsetmeyeceğim ama Livaneli'nin ilk olarak hangi konularda eksik ve bilgisiz olduğunu söylemek istiyorum.
Öncelikle kurgu bir kitapta mekan kullanımını eleştirebilmek için kendimize, "Mekan, roman kişilerinin kişilik ve kimliklerinin, sosyal, kültürel, ekonomik konumlarının sunuluşunda ve hissettirilmesinde, sosyal yaşantıların sergilenmesinde ne oranda işlevseldir?" sorusunu sormamız gerekir. Livaneli, Huzursuzluk kitabında sanki Mardin'de değil de IŞİD örgütünün bulunduğu herhangi bir yer için yazmış bu kitabını. Eğer ki bir romancı, kitabında bir şehri ön plana çıkaracaksa o şehrin atmosferinden beslenen roman kişilerindeki kimliklerin psikolojilerinin dönüştürülmesini, sosyal ve kültürel yaşantısının da değişmesini ele alabilmek durumundadır. Fakat biz bu romanda sanki Mardin mekanında değil, uzaydan bir arazide planlanmış bir roman atmosferiyle karşı karşıyayız. Değişen mekanların ve yapılamamış mekan tasvirlerinin roman karakterlerini etkileyememesi roman kişilerinin psikolojik tasvirlerinin de çok sığ kalmasına sebep olmuş.
Kitap eleştirisinde mekanı eleştireceksek, "Mekân ne ölçüde öne çıkarılıyor ya da geri planda bırakılıyor?" sorusunu da sormamız gerekir kendimize. Livaneli bu romanında maalesef ki ne Mardin'i, ne Amerika'yı, ne de başka herhangi bir yeri ön plana çıkarabilmiş. Hatta Mardin'i ve IŞİD zulmündeki kader coğrafyasını öne çıkaracakken romanda merkezi kişi olmak için savaşan Meleknaz ve Hüseyin adlı karakterlerin çelişkisinde kalmış. Romanın Amerika kısmı bence tam bir fiyasko ama ona sonradan değineceğim. Yani diyorum ki, mekan tasvirlerinin birinci işlevi olan roman kişisi psikolojilerine "yansıtma" ve diğer bir işlevi olan "çağrışım" işlevi bu romanda bence çok sığ ve ticari kaygı güden bir üslupta kullanılmış.
Biraz da roman kişisindeki merkezi kişiden, tip ve karakterden bahsedelim madem öyle. Livaneli aslında bu konuyu başarıyormuş gibi görünen fakat kendi görüşümce kesinlikle başaramamış bir kalemdir.
Merkezi kişi demiştik, evet. Merkezi kişilik kavgası bu romanda Meleknaz ve Hüseyin arasında gidip geliyor. Aslında bize merkezi kişi olarak yansıtılmaya çabalanan Hüseyin, bende daha çok yardımcı kişi gibi bir algı oluşturdu. Bu kendi açımdan Livaneli'nin bir mantık hatası yaptığını gösterir. Zira Hüseyin'in Amerika'ya gitme ve oradaki ölüm sürecinin bu kadar vasat bir şekilde yansıtılması kitabın başındaki Hüseyin ile kitabın sonundaki Hüseyin arasında tam bir kurgu boşluğu uçurumu oluşmasına sebep olmuş. Oysaki romanda merkezi kişi, "Genellikle özne durumunda olup, diğer kişiler de ona göre nesne konumundadırlar." Fakat Hüseyin karakteri başta özneyken sonradan tamamen bir dış uyaran, nesne konumuna geçmiş.
Livaneli'nin yazımında karakter ve tipleşme arasındaki mantık hatasından biraz bahsetmek istiyorum. "Çünkü tip, benzerleri çok olan kişinin sosyal boyutuyla ilgilenmesidir." Oysaki Hüseyin'in ilk hali özel gözüken bir sevgisi olan ve karakterleşme çabası içerisindeki bir roman kişisi gibi iken, romanın ikinci kısmı olan Amerika süreci tam olarak benzerlerinin çok olduğu bir tip sürecine evrilmiş. Yani Livaneli bence Hüseyin adlı roman kişisini kurgularken pek çok konuda çelişik davranmıştır ve bu kendi açımdan bir mantık hatasıdır.
Sadece 1-2 sayfa içerisinde gerçekleşen, Meleknaz'ın IŞİDlilerin elindeyken birden peynir, sucuk yiyebilecek nispeten avantajlı bir hayata sahip olması ve romanın büyük kısmına etki etmiş olan Hüseyin'in ölümü, Livaneli'nin de karşısındaki okura duygularını geçirebilmekte ne kadar başarısız olduğunu göstermiş. Çünkü savaş psikolojilerinin bu kadar sığ ve derinliksiz bir şekilde insan psikolojilerine yansıtılması maalesef ki bir yazarın kurguyu oluştururken ne kadar aceleye getirdiğinin ve ticari bir kaygı güttüğünün kanıtıdır.
Livaneli'nin romanlarında, mesaj verme, gündemden beslenme, halk onayı kazanma ve kitaplarının pahalı ücretlere satılma kaygısı kendi açımdan onun edebi kaygısının önüne geçiyor. Bu romanında anlattığı kişilerin acılarını sanki içselleştirerek anlatmış gibi görünürken, Edebiyat Mutluluktur kitabında kapitalizmi yerden yere vuruyor fakat kendisi Doğan Kitap kapsamında başka kitabından bölümler içeren Gölgeler adlı gereksiz kitabını bile 20-25 lira gibi fahiş fiyatlara satabiliyor. Livaneli, kapitalist bir yayınevinde barınıp yine kapitalizmi eleştiren bir kimliğe sahip olmasından ötürü çelişkili bir kimliktir; fakat bu incelemede onun kişiliğindense kitabını eleştiriyoruz gördüğünüz gibi.
Huzursuzluk kitabı, Elif Şafak'ın Havva'nın Üç Kızı adlı romanında kullandığı tüketim toplumu ve kültür mozaiğinin çarpıtılması temalarına çok yakın bir üslupta seyrediyor. Hatta mekan hariç, kişilerin farklı etnik kökenlerden gelmesi ve farklı inançlara sahip olması, bu şekilde okurun gözünün boyanmaya çalışılması ve hepsinden önemlisi edebi kaygının önüne ticari kaygının geçmesi benim için Livaneli'yi samimiyetten uzaklaştırıyor.
Eh, biraz olay örgüsünden bahsedelim madem öyle.
"Olay örgüsü, kişiler, şeyler, durumlar ve olgular arası ilişki ağlarından, organik anlamda sağlam bağlantılardan oluşur. Olayların belli bir anlayış, mantık ve esasa göre, edebi değer gözetilerek düzenlenişi vakadır."
Livaneli, kendi açımdan bugüne kadar okuduğum kitaplarında olay örgüsünü organik anlamda sağlam bağlantılarla oluşturamamış. Dengesiz bir olay örgüsü kurulumu var ve bu yüzden edebi değer gözetilmesi işlevi de arka planlara atılıyor. Hatta bu kitaptaki Meleknaz ve Hüseyin arasında geçen, özellikle de Hüseyin'in ölümü kısımlarında olay örgüsü bağlantılarının bir bir kopmasını zaten yukarıda roman kişisi/karakter/tip eleştirisi konularında bahsetmiştim.
Livaneli kendi açımdan retorik kelimesini çok iyi başarabilen birisi. "Retorik, "etkileyici ve ikna edici olmakla beraber içtenlikten veya anlamlı içerikten yoksun lisan". Evet, Livaneli anlattığı şeylerle etkileyici ve ikna edici gibi gözüküyor fakat kendi açımdan kesinlikle içtenlikten ve edebi kaygıdan yoksun, anlamlı bir üsluptan çok uzak bir lisan sergiliyor. Hatta çoğu kısımda Livaneli'nin kitabın içindeki mesajları okuruna bırakmayıp kendisinin söylemeye çalışması da ikna edici olma özelliğini ve okura bırakması gereken kurmaca yorumunu kendisi için ne kadar retorikleştirdiğini gözler önüne seriyor.
Biraz da kitap eleştirisi özelinde, iç çözümleme (interior analysis) yönteminden bahsedelim. Zülfü Livaneli üçüncü tekil kişi anlatıcıyı kullandığı romanlarında daha fazla dikkat çekmesinden dolayı, belki de bunda "ben" anlatıcıyı kullanması, Livaneli'yi iç çözümlemeler konusunda çok çok zayıf bırakmış. "Ben" anlatıcının yaşadığı karakter ve tip çelişkileri buna tuz biber ekmiş. Bu yüzden bu kitabında Livaneli, iç çözümlemeler konusunda kendi açımdan çok zayıf.
O kadar yerdik biraz da olumlu eleştirilerimden bahsedeyim, zaten 4 puanı da bunlar aldı benim için. Kitabın adı ve kapak tasarımı, çölün ortasında hiçbir yere uymayacak merdiven nesnesi, bence çok başarılı. Zira Livaneli'yi biz genelde "Türkiye'de kadının bulunduğu yeri, kimlik karmaşasını ve kendini ifade edişini kadın-toplum sorunsalı çerçevesinde ele alan, erkek hegemonyasının egemen olduğu Türk toplumunda dışlanan; üzerinde ataerkil baskılar kurularak silikleştirilen, çoğu kez ikinci cins olarak görülen kadının; toplumdaki yanlış düzenin sorumlusu olarak görülmesini, yaşama ve sevme hakkını özgürce kullanamamasını eleştirmiş ve acılarını nedenleriyle birlikte ortaya koyan" bir yazar olarak tanıyoruz. Bu yüzden bu kimlik karmaşasındaki erkek ya da kadının merdivenle birlikte boş bir çölde gezmesi kapak tasarımı olarak oldukça başarılı ve kitabın adıyla da uyum içeriyor.
Ortadoğu'daki batıl inançlar, marullar ve önceki ben ile şimdiki ben arasındaki kimlik değişimi, geçmişe özlem ve benlik arayışı Livaneli'nin bu kitabını hafif de olsa zenginleştiren detaylardan. Hatta roman kişisini bu yüzden "Batı ben" ve "Doğu ben" olarak adlandırabilirim. Livaneli, biçim bilincine sahip ve biçim-içerik dengesini kurabilen bir yazar olmasına rağmen, edebi kaygı gütmekten ve karşısındaki okura katkı sağlamaktan, içselleştirmek istediği duyguları okuruna geçirme başarısından uzak bir yazar olmasından dolayı kendi açımdan başarısız bir yazardır.
KAYNAKÇA:
http://adudspace.adu.edu.tr:8080/jspui/bitstream/11607/1514/3/10074085.pdf
https://www.arkitera.com/gorus/mardin-evleri-iklimsel-analizi-ve-pasif-tasarim-stratejileri/