Zûra sen ne yaptın?

Bütün lanetlileri üstüme çaldın. Kaçtın. Kaçtın. Kaçtın. Ben tek kaldım Zûra bu bahçelerde. Kısır kaldım. Hangi hikaye gerçek, hangisi masal, anlamadım. Zarif, hassas, yeniyetme bir Mimosa Pudica gibi kalakaldım. Evet, Mimosa Pudica demeliyim kendime. Bunu sen yaptın. Neye açılacağımı, kime kapanacağımı bilemez oldum. Güneşe küser oldum.


Zûra, git.


Dokunma kapanırım, dokunma.


Birine kırk gün deli dersen deli olur. Kimin kırkı çıktı son söyleyişinde? Al bak, sana söylediydim:

Saçları ellerinde kalan bir kadının öyküsü bu. Şimdi sen ne dersen de, ben yazmaya devam edeceğim. Saçları ellerinde kalan kadınları, kırkı çıkmışları, kırıkları ve usulları. Kiremitleri, bacaları. Hepsini üfleyeceğim. Godoş mahallerine süreceğim acının tomsonunu. Hayır, kükremeyeceğim. Öylece duracağım. Annemin pencerelere taktığı kanatlardan bakar gibi duracağım. Sormayacağım. Ve evet, ben de bir gün yorulacağım Zûra.


Kim soydu acı meyvelerimi? Kim sattı caddelerde bağıra bağıra, zemzemi? Her yanı kuşatılmış evimin baktığı tek tarlaydın Zûra. İnançtın, kafesimde oturan devin kabzasıydın, kıvılcımımdın. Saçlarımı yolluyorum, tutunanların cazibesinden bıktım, usandım. Birini anneme, birini sevgilime, bazılarını bazı mahallelere, kimisini gruplar halinde şu tepeye. Kuşkonmazları ise bir bir böğrümden içeriye. Sen kuşa susamıştın, tanırım. Sabahın 05:38'inde ötmeye başlayan bülbül yetmiyordu sana ormanın uzağında. Sen ormandan kucak istiyordun. Sen tüm ormanların içinde hapsolmak, arandığını bilmek ama.


Yok olmanın mürşidi, korkularının göbek bağı olmak istiyordun. Ben bir göl kenarında, iskele kucağımda, geçmişimi sarkıtıp sarkıtıp serinliyorum şimdi. Gökyüzüne bakıyorum, titreşen, hareket eden, süzülen bazı ışıkları sen sanıyorum. -referansım bile var- Sonra, aklıma bir muziplik geliyor, ritüellerimden kalma mumları göle bırakıyorum. Bilmemkimlerin dağlısının anısı. Anıları bırakıyorum. Seni bırakıyorum. Son bir kez, tüm kanatlı perdelerin ardından gözlerimi dikiyorum yedi katlı her ne varsa oraya. Yedinci kata kuş konmaz. Yedinci kattan kervan geçmez.


Oysa hiç dil kullanmadın, dokumadın. Surate'ye gidecektik daha, rengarenk kapılar boyayacaktık güneşin çatında. Kırılacaktım, hep kırılıyorum. Kırıldıkça sertleşirsin dedilerdi ama ben, kırıldıkça revzen-i mankuşlara dönüşüyorum. Böyle filgözü gibi, kafamın penceresi yani. Sensizlik de başlı başına bir estetik anlayacağın, Zûra.