Kitabın 1. bölümünün özetini ekleyeceğim. İlgisini çekenler kitabı edinip okuyabilirler.


Giriş

Bauman, küreselleşmenin sihirli bir sözcük gibi her kapıyı açan anahtar misali tezahür etmediği yer kalmadığı vurgusu yapmakta ve küreselleşmenin ‘küreselleşmişler’ için aynı anlamı taşıdığından bahsetmektedir. ‘Deneyimleri şeffaflaştırdıklarını iddia eden’ tüm benzerleri gibi aynı kaderi paylaşıyor olması sözcüklerin kendisini bulanıklaştırmasının olanağını göstermektedir. Kavramlar vuku bulduğunda artık doğruluğunun tartışılmayacağı düşünülür ancak Bauman sorguya teşvik mahiyetinde küreselleşmenin niteliğini masaya yatırmaktadır. Yazar, küreselleşme fenomeni konusunda görünenin ötesine bakmayı amaçlamaktadır. Bu olgunun toplumsal kökleri ve sonuçlarını açmak ve, insanlığın günümüzdeki durumuna açıklık sunma çabası güden bu terim için bakış açısı kazanmamızı sağlayacaktır. ‘’Zaman ve Mekan sıkışması’’ teriminin insan yaşamındaki dönüşümü özetlemesi ve bu kapsamda toplumsal neden ve sonuçlar küreselleşmenin her zaman varsayılan ortak etkilere sahip olmadığını ortaya koyar. Zaman ve mekan keskin hatlarla farklılaşmış ve farklılaştırılmıştır, birleştirdiği kadar bölen ve böldüğü kadar birleştirebilen bir unsur olmuştur. Tektipleştirme çabası gütmesinden ötürü bölme nedenleri özdeştir. Küreselleşme olgusunun yanında bir ‘yerelleşme’ mekan sabitleme süreci de görülmektedir. İkisi bağlantılı süreçlerdir ve tüm insanlık nüfusunun varoluş koşulları ile her bir yerli nüfusun çeşitli kesimlerindeki varoluş koşullarını birbirinden keskin çizgilerle ayırmaktadır. Kimisi için küreselleşme olarak görülen başkaları için yerelleşme anlamı bulabilir ve kimisi için özgürlük veren kimisi için tam tersi olabilmektedir. Bu noktada yazar, hareketlilik kavramından söz etmekte ve gıpta edilen değerler içinde en üst sıralara yükseldiğinden bahsetmektedir.. Çünkü her zaman eşitsiz dağıtılan hareket özgürlüğünün hızla, geçmodern ve postmodern zamanların temel katmanlaştırıcı unsuru olduğunu vurgulamaktadır. Hareket, fiziksel olarak hareketsiz görünüyor olsak dahi ister kendi seçimimizle ister seçeneklerin yetersizliğinden olsun hepimizde var olan bir durumdur. Sürekli değişen bir dünyada hareketsizlikten söz etmek gerçekçi değil ancak bu yeni koşul ve dönüşümlerin yarattığı eşitsizlik kimisini gerçek anlamda ‘küresel’ bir hale getirirken kimisini de küreselin belirlediği yerelliğine hapsediyor. Böylesi küreselleşmiş bir dünyada yerel kalmak toplumsal olarak geri planda kalmaktan farksız olmakla birlikte kamusal mekanların dönüşümü, anlam yaratma ve müzakere etmeyi de zorlaştırmaktadır. Böylelikle yerellik kendi denetimlerine anlam verme konusunda dışarıya bağımlı hale gelmektedir. Bauman artan mekânsal ayrım, ayırma ve dışlamanın küreselleşme süreçlerinin ayrılmaz parçası olduğunu vurgulamaktadır. Küreselleşmeye maruz kalan insanların ‘yeni kabileci ve köktenci eğilimlerinin küreselleşmenin olduğu kadar tepedeki kültürün melezleşmesinin meşru çocuğu olduğundan bahsetmektedir. Giderek daha fazla küreselleşip yurtsuzlaşan seçkin kesim ile yerelleşmiş olan artakalmış kesim arasındaki iletişim kopukluğu, anlam ve değer üretme mekanizmalarının yerellikten kurtulması ve yurtsuzlaşması dikkate değer endişe unsurlarıdır. Ancak bu anlamın bildireceği ve yorumlayacağı insanlık durumu için geçerli olmamaktadır. Kitabın açığa çıkarmak istediği bir başka konu olan merkezinde hareket özgürlüğü yatan günümüz koşullarının çok boyutlu kutuplaşmasıdır. Artık yeni merkez, zenginle fakir, göçebeyle yerleşik, ‘’normal’’le anormal veya yasayı ihlal edenler arasındaki çağlar süren ayrımların üzerini örtmüştür. Kutuplaşmanın bu çeşitli boyutlarının iç içe geçişi ve nasıl birbirini etkilediği yazarın açıklama istemi dahilindedir. Kitap beş bölümden oluşmaktadır, birinci bölümde zaman ve mekanın tarihsel değişkenliği ve toplumsal örgütlenmenin kalıp ve ölçüsü arasındaki bağı (özellikle günümüz zaman-mekan sıkışmasının, yer küresel ve yurt temelli toplumların ve cemaatlerin yapılaşması üzerindeki etkilerini) ele almaktadır. Yazar üzerinde durulan etkilerden birini ‘toprak ağası olup da mülkünden uzakta yaşamanın’ yeni versiyonu örneğini vermiştir. Bu yeni versiyonun sonucunda kültürel seçkinler, siyasi ve kültürel gücün yurt temelli birimlerinden bağımsız hale gelmiş ve bunun sonucunda söz konusu birimler ‘güçsüzleşmiştir’. Yeni hiyerarşideki ‘en üst’ ve ‘en alt’ konumların arasındaki bölünmenin izlerini değişen mekan örgütlenmesine ve çağdaş metropollerde ‘mahalle’ kavramının anlamındaki değişime kadar sürülmektedir. Ortak mekanın anlamını tanımlama ve uygulama hakkı için verilen modern savaşların izlediği aşamalar kitabın ikinci bölümünde açıklanmaktadır. Siyasal egemenliğin, özkuruluş ve özyönetiminin geleceği üçüncü bölümün konusunu oluşturmaktadır. Dördüncü bölümde üçüncü bölümde açıklanan dönüşümlerinin kültürel sonuçlarının listesi mahiyetindedir. Son bölüm ise kutuplaşmanın en uç ifadelerini, ‘hareket halindeki hayat’ın sıkıntılarını telafi etmedeki rolünü araştırmaktadır.


1. Zaman Ve Sınıf

Yazar ‘Bir şirket ne çalışanlarına, ne tedarikçilerine ne de kurulduğu yöreye aittir; ona yatırım yapan insanlara aittir’ alıntısıyla Albert J. Dunlap’a atıf yaparak ekonomik ilerleme peşinde olanların, ekonomik kapsamda her şekilde mutlak söz hakkına sahip olmalarını(!) eleştirmektedir. Ve Dunlap’ın sözleri bir niyet değil olgunun tespiti olarak nitelendirilmiştir. Sorgusuz sualsiz, her anlamda (ekonomik, politik, toplumsal) tahakkümün tezahürlerini yansıtmaktadır. Dunlap’ın bildirisinin genelgeçer kabul görmeyeceği ve nitekim savaş çığlığı gibi görüleceği zamanların medyadaki algı stratejilerinden önce olduğunu vurgulamaktadır. Bu savaşın genel veya özel nedenlerini tartışmanın anlamsızlığını vurgulamış ve hangisi doğru olursa olsun içinde yaşadığımız yüzyılın son çeyreği, Mekan’a karşı verilen büyük bağımsızlık savaşı olarak tarihe geçecek, şeklinde düşüncelerini belirtmektedir. Bauman, Dunlap’ın ilkesine yakından bakmayı önererek devam eder, yerel nüfus içinde devşirilen çalışanlar -aile görevleri, ev mülkiyeti ve ve benzer yükümlülükler altına girmiş olduklarından şirket başka yere taşındığında kolay kolay onun peşinden gidememektedirler. Şirkete o yörede hammadde ve malzeme desteği veren şirketler yer değiştirdiğinde ucuz nakliye avantajını kaybederler. Kısacası yerellik, şirketin yeni adresinin ne olduğu fark etmeksizin ‘yerelliğine’ hapsolacaktır. Şirket işlerinin yürütülmesinde söz hakkı bulunan ‘yatırım yapan’ grup hiçbir şekilde bağlılık göstermez, onlar mekânsal olarak özgürleşmişlerdir şirketin coğrafi uzaklığı ya da yakınlığı alım satım kararlarını etkilemez. Yazarın deyimiyle ilke olarak hissedarların dağılımında mekanın hiçbir belirleyiciliği yoktur. Onlar mekânsal belirlenimlerden kurtulan biricik faktördürler. Ve şirket onlara, yalnızca onlara ‘ait’ olarak nitelendirilir. İşte bu noktada Bauman önemli bir tespite imza atarak, mekandan özgürleşmiş hiçbir bağımlılığı bulunmayan şirket sahiplerinin çıkarları doğrultusunda çekip gidebilmelerinin ardından yaralarını sarma ve hasar tamiratıyla kalakalan yerelliğin vurgusunu yapmaktadır. Neticede şirket taşınmakta özgürdür ve kalıcı sorunlarının kaçınılmazlığı onları bağlamaz. Yerellikten kurtulmuş olan özgürleşmiş olandır ve sonuçlarından kurtulabilir. Bauman’a göre mekan savaşlarında galibiyetin en önemli ganimeti bunlardadır. Yazarın verdiği örneklerle konunun detaylandırılması elzem görülmüştür.


a. Ortada Görünmeyen Toprak Ağaları, TİP 2

Mekan savaşı sonrasında dünyada hareketlilik toplumsal katmanlaşma ve çeşitli hiyerarşik yapılar kapsamında en güçlü ve önemli unsur haline gelmiştir ve bu kapsamları her gün yeniden inşa etmekte kullanılan bir malzemedir. Yazarın deyimiyle hareket özgürlüğü, bu yeni hiyerarşinin tepesinde oturanlara Dunlap’ın formülündeki avantajların çok ötesinde avantajlar sağlamaktadır. Tabii bu durum sadece şikayetlerini üzüntülerini dile getirebilen ve sesi duyulan(bu doğrultuda rakiplerinin dikkate aldığı veya almadığı) grup için geçerlidir, bunun ötesinde dikkate alınmayan seslerini duyuramayacak olan bir kesim de vardır. Dunlap’ın formülünde adları geçmeyen yerelliğe mahkum gruptan bahsedilmektedir. Yazarın diğer bir tespitiyle devam edecek olursak, ’’Yatırım yapanlar’’ yatırımın gerektirdiği sermaye ve paraya sahip olan kesimin elde etmiş olduğu hareket kabiliyeti, güç ile yükümlülük arasındaki bağın kesilmesine delalet etmektedir. Bu tam koşulsuzluk açısından benzersiz bir durumdur, kısacası günlük hayata ve topluluğun varlığını sürdürmesine katkıda bulunma görevlerinden kurtulmaktadırlar. Artık gücün mekandışı bir doğası vardır ve ‘’bütün hayat’’ın mekana bağlılığının devam edişi arasında asimetrik bir durum ortaya çıkmıştır. Demir almış giden ve kısa vadede ikaz zorunluluğu dahi duymayan güç, sömürmektedir ve sömürünün sonuçlarından sıyrılmakta sorumluluk duymamakta özgürdür. Bu noktada yeni hareket kabiliyetinin, yerel bağlarını koparmış ve her an kullanılabilir bir sermaye olması gözde ve sevinçle karşılanan, sonuçlarla başa çıkma maliyetlerini yatırım ‘’verimliliği’’ hesaplarına katma gereğinin de ortadan kalkması armağan niteliği taşımaktadır. Bauman bu yeni özgürlüğü eski zamanların ortada görünmeyen ve üzerinden beslendikleri nüfusun ihtiyaçlarıyla zerre kadar ilgilenmemekle ün salmış ve öfke uyandırmış derebeylerinin, toprak ağalarının özgürlüğünü hatırlatmasına bağlamıştır ancak bu örnek de tam olarak bu yeni durumun gerçekliğini karşılamamaktadır. Çünkü derebeylerinin derdi ‘artı ürün’ kaymağını götürmek olsa da yeni sermayenin elde ettiği hareket özgürlüğüne sahip değillerdi, topraklarını başka topraklarla değiştiremiyorlar ve hayat pınarlarının kaynağı olan yerelliğe çakılıp kalıyorlardı. Yani sorumluluk ve endişeden kurtulmuş değillerdi. Bauman ‘sınırlamalar’ vurgusu yaparak devam eder, gerçek sınırlamaların bazen algılanabilenden daha katı olduğu ancak tersi durumların da çoğu kez daha katı olabileceğini belirtir. Melucci alıntılamasıyla bir sınır, ’’kapatma, sınır koyma" anlamına gelir; ve bu ötekinin, farklının, indirgenemeyenin tanındığını gösterir. Ötekilikle karşılaşmak bizi bir sınava tabi tutan bir deneyimdir: Bu deneyim, farklılığı güç kullanarak azaltma eğilimini doğurur, ama aynı şekilde, sürekli yenilenen bir çaba isteyen iletişim kurma gereğini de doğurabilir.’’ Bu örnek modern çağın başlarında yaşamış ortada görünmeyen derebeylerinin, toprak ağalarının tersine geç modern dönemin kapitalistleri ve arsa spekülatörlerinin ‘özgürlüğü’ kapsamında önem taşımaktadır. Çünkü gerektiğinde iletişim kurmak ve ‘ötekiliği’ tanımak yerine sermayenin yeni özgürleri kaçınma gösterebilir, böyle bir özgürlük varken de kalıp uğraşmak onlar için gerekli değildir. Bunun sonucunda, ‘’farklılıkları güç kullanarak azaltma’’ girişimlerine fırsat verebilecek ya da ‘’iletişim çağrısına’’ karşılık verme isteğini harekete geçirebilecek durumlar daha da azalacaktır.


b. Hareket Özgürlüğü ve Toplumların Kendilerini Kurmaları

Bauman bu başlıkta, eskiden coğrafi sınırların çok boyutlu olarak ‘içeri’ ve ‘dışarı’ ayrımının keskin sınırlarla çizilişinin vurgusunu yaparak değişen yeni dünyada bu sınırların ortadan kalktığını anlatmaktadır. Kendi deyimiyle ‘Bir coğrafi sınır fikrini ‘’gerçek dünyada’’ savunmak giderek güçleşirken, mesafeler artık sorun olmaktan çıkmış bulunuyor.’’ Uzaklık diye bir şey kalmamıştır artık, baktığımız zaman ‘uzaklığın kendisi’ nesnel, kişisellikten arınmış fiziksel bir veri olmaktan çok toplumsal bir üründür ve toplumun ekonomik gelişimine bağlı olarak değişir. Bauman bunun çoğu zaman ‘sınıfsal’ olarak belirlenen bir durum olduğunun altını çizmektedir. Eski zamanlarda da seçkinler, sınır ötesindeki seçkinlerle kendisiyle aynı sınırı paylaşan ancak seçkin olmayanlardan daha çok şey paylaşırlar ve bu günümüzde de böyledir. ‘iç, dış, uzak, yakın’ bunların bir önemi yoktur. Teknolojik gelişmelerle hızlanan ama kaymağını yine yeni sermayenin özgürlerinin yediği, adı üstünde kendilerini kurdukları evcilleştirilebilen bir avantaj gibi düşünülebilir. Kısaca hareket kabiliyeti zıtlıkların boyutlarını değiştirmektedir. Hareket kabiliyetinin tüm teknik faktörleri arasında enformasyon naklinin özellikle büyük rol oynadığına işaret eden Bauman’a göre, bu öyle bir ulaşım türüdür ki fiziksel bedenlerin hareketini gerektirmez, önemi kendisini bedensel taşıyıcılarından arındırmış olmasıdır. Bir nevi ‘gösteren’i ‘gösterilen’den kurtaran araçlardı. Dünya çapındaki ağ (World Wide Web) ortaya çıkışıyla sonuçları müthiş etki yaratan gelişmeler yaşanmıştır. Toplumsal birleşme ayrışma temelinde bu sonuçlar incelenmiştir. Bu noktada wetware (söylenti ağı) küçük ölçekli cemaatsel ağları temsil eden ağ ile, worldwideweb arasındaki uçurum dikkat çekmektedir. Kısaca uyum sağlayanlar özgürleşirken, küreselleşirken sağlayamayanlar uçurumu daha da derinleştirirler. İkisi bir arada olduğunda da cemaat içi iletişimin cemaatler arası alışveriş karşısında hiçbir üstünlüğünün kalmadığı görülmektedir.

Hal böyle olunca Bauman, bu hızlı iletişimin ucuzluğu kültürün unutulmasına hafızaların esnekleşmesine işaret eder. Wetware’in kapasitelerinin bu yönde paleolitik çağdan beri değişmeden kaldığını çünkü iletişim ortak bilginin daha doğrudan ve yakın ilişkiler içerisinde olduğundan bahseder. Kısaca denebilir ki, yakın dönem gelişmeler içinde en çığır açıcı olan, enformasyonu yerel ölçekle yaymanın maliyeti ile küresel ölçekte yaymanın maliyetinin azalmasıdır. ( Ör: bir mesaj attığınızda şehir içi tarife göre ödemek gibi) Bu doğrultuda Mekan, ‘’işlenmiş, merkezileştirilmiş, örgütlenmiş, normalleştirilmiş hale geldi ve hepsinden öte insan bedeninin doğal kısıtlamalarından kurtarıldı artık mekanı örgütleyen şeyler ‘teknik kapasite, teknik eylem hızı ve kullanım maliyeti oldu. Yani tanrı kerameti değil ‘inşa edilmiş’ rasyonel ve ulusaldır. Bu mekanlarda hiyerarşik ayrım gözetilecek ve her zamankinden daha kapsayıcı yerelliklerin hiyerarşisi olarak tepeye tüneyip bütünü denetleyen yerellik üstü bir devlet otoritesi niteliğinde işlerine de kimseyi karıştırmayacaklardı. Küresel enformasyon ağının gelişiyle birlikte, yurt temelli şehir planlamacıları tarafından planlanmış mimarlar tarafından tasarlanmış inşa edilmiş mekan üzerine bir diğer ‘sibernetik mekan’ örneği görülmektedir. Paul Virilio’ya göre ‘mekansal boyutlardan yoksun, anlık bir yayılmanın bireysel zamansallığı içine kazınmış bir mekandır.’

Bu durum farklı türden insanları farklı farklı etkilemiştir, her ne kadar fiziksel uzaklık tek bir kabloya bağlı olsa da, sayıları aslında fazla olan ve fiziksel engellerle zamansal uzaklıklarla birbirlerinden ayrılabilen insanlar vardır. Bu ayrım eskiye kıyasla daha acımasız ve psikolojik etkileri bakımından çok derin olabilmektedir.


c. Yeni Hız, Yeni Kutuplaşma

Yazar özet olarak, ‘Zamansal /mekânsal mesafelerin teknoloji vasıtasıyla sıfırlanması, insanlık durumunu homojenleştirmekten çok, kutuplaştırma eğilimindedir’ açıklamasıyla başlığa giriş yapmaktadır. Bu belirli insanları bölgesel tehditlerden azat ederken belirli cemaat üretici anlamları yurtsuzlaştırır ve öteki insanların hala sınırları içerisinde oldukları toprakları anlamından ve kimlik bahşetme yeteneğinden yoksun bırakan bir duruma işaret eder. Yani kimileri fiziksel engellerden eşi benzeri görülmedik şekilde kopabiliyorken kimilerinin ufacık bir kıpırdama imkanı dahi yoktur. Yazarın deyimiyle, artık bir şey ifade etmeyen mesafeler’le birbirinden ayrılmış yerellikler de anlamlarını yitirirler. Enformasyon taşıyıcılarından bağımsız yüzmekte ve anlamları, ilişkileri düzenlemek adına fiziksel mekanda bedenlerin yer değiştirmesi anlamsızlaşıyor. Bauman’ın deyimiyle, bazı insanlar (hareket halindeki seçkinler, hareketliliğin seçkinleri) için bunun anlamı, kelimenin gerçek anlamında, gücün ‘’fiziksel olmaktan çıkarılması’’ gücün yeni ağırlıksızlığıdır. Seçkinler mekanda eskisinden daha hızlı seyahat edebilmekte ve gücün mali formunun yeni ‘bedensizliği’ sayesinde ‘güç’ sahipleri bedensel olarak bir yerde duruyor olsalar dahi tamamen yurtsuzlaşmışlardır. Onlar güçlerini hiçbir şekilde bu dünyanın ‘dışından’ almazlar, dünya ötesi bir şeyden alırlar. Elektronikle desteklenen ‘sibermekan’da vücut bulan yeni özgürlüktür bu ve tamamen fiziksellikten arınmıştır. Sibermekanda bedenlerin önemi yoktur ama bedenlerin hayatında kesinlikle sibermekanın vazgeçilmez bir önemi vardır. Bauman’ın deyişiyle, sibermekan cennetinde verilen hükümlerin temyizi yoktur ve bu dünyadaki hiçbir şey bu hükümlerin doğruluğunu sorgulayamaz. Bu ortamda bedenlerin güçlü olması ya da silahlar kuşanması gerekmez, bu ortamın güç sahipleri için artık önemli olan fiziksele mahkum ‘yerellikten’ yalıtılmaktır. Bu yalıtımın emniyetini sağlamak bir başka ihtiyaçtır ve gücün yersiz yurtsuzlaşması, geçit verilmeyen bir tecrit hali olarak yurt her zamankinden daha katı yapılaştırılmıştır ve bunlar el ele yürümektedir. Bauman’ın destekleyici nitelikte verdiği Steven Flusty’nin ‘’Building Paranoia’’ (Paranoya İnşası/İnşaat Paranoyası) örneği dikkat çekicidir.

Flusty, metropol bölgelerin yeni bir alanında çılgın ve nefes kesici bir yaratıcılık patlaması olduğundan söz etmektedir. Bunlar ‘yasak mekanlar’dır; durdurmak ve püskürtmek üzere tasarlanmışlardır ve süzgeçten geçirme meyli içindedirler. Bu mekanların çeşitlerini ortaçağ şatolarının yapılarından ayırmak için değişik terimler ortaya atmıştır. Bunlardan biri ‘kaygan mekan’dır yani ulaşılması imkansız, kıvrımlı yollarıyla sonu gelmeyen erişilmez mekanlardır. Bir diğeri ‘dikenli mekan’dır yani ‘rahat yerleşilemeyen, işi olmayanları temizlemek için özellikle rahatsızlık verici olarak tasarlanmış mekanlardır. Sonrasında ‘asabi mekan’ ‘güvenlik kontrolleri ve etkin teknolojileriyle gözetimi el altında tutmak adına kuş uçurtulmayan mekan örneğidir. Kısaca ‘yasak mekanlar’ yeni yerellik üstü seçkinlerin toplumsal yurtsuzluğunu, yerellikten maddi ya da bedensel yalıtılmışlığa dönüştürmekten başka bir amaca hizmet etmez şeklinde tanımlanmıştır. Yerelliğin dağılması için son darbedir ve seçkinlerin yurtsuzluğu sağlama alınmıştır ve giriş kartı olmayan hiç kimse onlara erişememektedir. Artık insanların dolayımsız, yüz yüze etkileşim sağladıkları mekanları sayıca azalmaktadır. Geleneksel kamusal mekanlar artık özelleşmiş ve bu mekanlara giriş verilen ücretlere bağlı olmakla birlikte dışlayıcılığın hüküm sürdüğü mekanlara dönüşmüştür. Bauman’ın deyimiyle, seçkinler ‘yalıtımı’ seçmiştir ve bu uğurda canı gönülden bol bol para öderler. Nüfusun geri kalanı ise tecrit edilmiş ve bu yeni yalıtılmışlığın ağır kültürel, psikolojik ve politik bedelini ödemek zorunda bırakılmış halde bulur kendini. Artık kent toprağı durup dinlenmeyen mekan savaşlarının muharebe alanı haline gelmiştir ‘’çitlerin ardına kapatılmış zorla itilmiş’ olan kesim gettolaşan mahallerinin kapılarına ‘geçmek yasaktır’ işaretleri asarak, çatışarak aslında olana olduğu gibi karşılık vermektedirler. Bir nevi yeni düzene uyum sağlama çabası denebilir. Bu noktada Bauman bu durumu, ‘etkili olsun ya da olmasın bu girişimler, otorite tanımazlık gibi bir açmaz yaratır ve resmi raporlarda, rahatlıkla, yasa ve düzen meseleleri olarak sıfırlandırılırlar’ şeklinde tanımlamıştır. Seçkinlerin yalıtımı ve dışarıda kalanlar arasındaki bu ‘Saldırı Yoluyla Kendini Savunma’ durumunu Bauman, Gregory Bateson’ın ‘"schismogenetic zincirler" teorisiyle desteklemektedir.

Bu teoride karşılıklı olarak güçlendirici etkisi görülmektedir ve bölünmeye sebep olacak derinleşecektir. Bir tepkiye aynı tepkiyle karşılık verildiğinde rekabet artacak ve düşmanlık bütün sistemin çöküşüne kadar gidebilecektir. Bu teori ‘simetrik farklılaşma' kalıbıdır. Bunun tam tersi olduğunda ise ‘schismogenetic zincirler’ kopmaz ‘’tamamlayıcı’’ farklılaştırma işlemi görülür. Ancak bu durumda da sonuç yine sistemin çöküşü olacaktır. Bauman tercih yapılacaksa simetrik farklılaşma teorisini, tamamlayıcı farklılaşmaya yeğlemeyi öngörmüştür. Çünkü onur kırıcı ve aşağılanma yönünde, insaniyet kaybı arasındaki farklılık oluşur. Tamamlayıcı teori yenilmişlere göredir, yenilgiyi kabullenmişler içindir. Yazar sonuç olarak, hangi strateji tercih edilirse edilsin bu tercihten zaferle çıkan başka şeylerin olacağını söylemektedir. Kendi deyimiyle, ‘Bunlar, şehir mekanındaki yeni parçalanma, kamusal mekanın daralması ve ortadan kalkması, kentsel cemaatin parçalanması, ayrılma ve ayırma; ve hepsinden önemlisi, yeni seçkinlerin yurtsuzluğu ve kalanların yurda zoraki bağlılığıdır’’. Bauman bu noktada yerelliğin de artık eski ‘yerel cemaat’ havasından sıyrıldığını yerelliğin bağlarından koptuğunu gevşediğini açıklamaktadır. Çok daha derinlerde bir yoksunluğun baş gösterdiğini söyler. Artık kamusal alanlar , yeni dolaşımla beraber anlamını yitirmiştir ve yerelliğin wetware ağları sınırında ulaşabileceklerinin çok ötesine geçmiştir. Yazarın destekleyici nitelikte verdiği bir diğer örnek olan Paul Lazarsfeld’in bir çalışmasında bahsettiği ‘yerel kanaat önderleri’ olmuştur. Bunlar, medya aracılığıyla ‘’dışarıdan’’ gelen mesajları ayıklar, değerlendirir ve öteki yerel birimler için işlerler; ancak bunları yapabilmek için önce o yerellikte seslerini duyurabilmeleri gerekir, yani bu önderlerin yöre sakinleriyle konuşup onları dinlemek üzere bir araya gelebilecekleri bir agoraya ihtiyaçları vardır. Zaten bu önderlerin uzaktan gelen seslerde rekabetini sağlayan da bu agoradır. Bauman bu örneği, bahse konu,’ şuan 50 yıl sonra tekrarlamış olsaydı aynı sonuçlara varır mıydı acaba? ‘şeklinde sorgulamaya gitmiştir. Eskiden çeşme başlarında çamaşır yıkanır sohbetlerle normlar yaratılırdı ‘bu eşitlikçi adalet’ göstergesiydi, modernleşmeyle beraber çeşme başları ortadan kalkmış ve avmler ortaya çıkmıştır. Ancak avmler telaşlı ve muhabbet edemeyecek kadar meşgul görünen boş kalabalıkların hüküm sürdüğü yerlerdir. Zaten düzenleri itibariyle insanların sadece ‘meta’ya odaklı olarak bir o vitrine bir bu vitrine koşuşturduğu tüketim odaklı yapılardır. Bu örnekler yazarın tespitiyle, kamusal mekanların mevki kaybetmesinin etik sonuçlarını su yüzüne çıkarmak gibi bir meziyete sahiptir. Buluşma yerleri bahsettiğimiz gibi ‘normların yaratıldığı’ yerlerdir; adalet böylelikle sağlanabilir ve yatay olarak dağıtılabilir, böylelikle konuşmacılar bir cemaat olarak yeniden biçimlenir, ortak değerlendirme ölçütlerine göre ayrılır ve bütünleşirler. Kamusal mekanı kalmamış bir yörede normların tartışılması, değerlerin dile gelmesi ve karşılaştırılmasına şans yoktur. Yeni yurtsuzlukla beraber sorgulanamaz hükümler ve seçkinlerin yalıtım kabiliyeti hüküm sürer, bu yargıçlar hiçbir şekilde ulaşılır görünmemektedir. Yerel kanaat önderlerine yer kalmadığı gibi ‘yerel kanaat’ de artık yok olmuştur.