Tarih boyunca insan, varlığını sorgulamış, kendini ve doğayı anlamlandırmaya çalışmıştır. Uzun bir süre varlık problemleri üzerinde düşünmüş, kendi varlığının amacını bulmaya çalışmıştır. Bu problemin başında elbette ki bir yaratıcının varlığı sorunu gelmektedir. Felsefe tarihine baktığımız zaman Tanrının varlığına dair sorulan soruların ne kadar çok olduğunu görürüz. Şu an için bu soruları kimlerin sorduğunu ve verilen cevapların çoğunu bilmekteyiz. Bu isimler yüzyıllar boyunca sorulmamış soruları sormaya cesaret etmiş, onlara birer cevap aramıştır. Fakat hiçbir isim aynı noktada birleşememiş, tek bir felsefi görüş ortaya koyamamıştır.


20. Yüzyılın gelişmiş teknolojisi ve bilimine rağmen insan ve Tanrının varlığı hakkında herkesin kabul ettiği ortak bir görüş ne yazık ki yoktur. Dolayısıyla çağımızda çözülmesi gereken en önemli sorun; insan sorunudur.


Albert Camus’nun amaçlarından biri de bu insan problemini çözmektir. Öncelikle insanın hangi ölçütlerde var olduğunu, insanı insan yapan değerlerin ne olduğunu inceler. ‘’İnsan neden vardır?’’ Sorusuna Camus’nun cevabı hazırdır: ‘’ Başkaldırmak için.’’. Camus, insanın varlığının en önemli ölçütünün başkaldırmak olduğunu açıkça belirtir. İnsan doğar, etrafını algılamaya, anlamaya çalışır. Zaman içerisinde bir şeylerin ters gittiğinin, adaletsizliklerin, yapılan haksızlıkların farkına varır. Bu durumda bir seçim yapmak zorundadır. Camus’ya göre düşlere uygun, adil bir dünyanın hayali ile yaşamak veya dünya üzerindeki kötülüklere dayanamayıp intihar etmeye sürüklenmek absürde yenilmektir. Çünkü insanın varoluşu absürttür. Bu noktada insanın bu absürde rağmen yaşamayı seçmesi gerekecektir. Ancak bu durum sadece başkaldırı ile mümkündür. Çünkü başkaldırı kendinden vazgeçmeyi gerektirmez.


Peki başkaldıran insan kimdir? Camus, bu soruyu basitçe cevaplar; ‘’Hayır diyen insan.’’. İnsanın varlığı onlarca sorunu beraberinde getirir. Daha kendi varlığını tamamiyle anlayamamış olan insanı belirli kalıplara göre yaşatmaya çalışmak, onu sınırlandırmak ve bu süreçte de sessiz kalmasını beklemek oldukça güçtür. Elbette insan çevresinde olanları sorgulayacak, anlam arayacaktır. Sessizce oturup olanları izlemek doğasına aykırı bir durumdur.


Konu ne olursa olsun, bir noktada insanın gördüğü kötülükler, haksızlıklar, adaletsizlikler artık dayanılmaz olur. Olan her şeyi mantıksız ve anlamsız gözükmeye başlar. Bu noktada insan, sesini çıkartmak zorundadır. Yani başkaldırmak zorundadır. Bu başkaldırının kime veya neye karşı olduğu önem arz ettiği gibi, başkaldırı eyleminin enine boyuna düşünülmüş olması da oldukça önemlidir. Başkaldırı eylemi kendi ezilmişliğinden ortaya çıkabileceği gibi başka birinin ezilmişliğine tanık olmaktan da doğabilir. Burada bir empati, özdeşleşme söz konusudur. Başkaldıran duyarlı bir kişidir ki başkasının yaşadığı haksızlığa da tepki gösterebilmiştir.


Başkaldırı eylemi Batı toplumlarında ortaya çıkmıştır. Eşitsizliğin çok büyük olduğu ilkel toplumlarda başkaldırı kendini batı toplumlarında olduğu gibi gösterememiştir. Camus bunun nedeni olarak kutsal ile kurulan ilişkiyi göstermiştir. Bir toplumun kutsal bağları çok sıkı olduğu müddetçe o kutsalın koyduğu kesin kurallardan kopmaları çok zordur. Çünkü kutsal olanda tüm cevaplar verilmiştir ve insanların başka bir soru sorma hakkı bulunmaz. Dolayısıyla böyle toplumlarda başkaldırı eylemlerine rastlanmaması doğaldır. Başkaldıran insan, her ne için sesini çıkartma ihtiyacı, başkaldırma ihtiyacı duyuyorsa o konuyla ilgili mantıksal bir açıklama ve çözüm ister. Akla uygun bir düzen istediği için başkaldırır.


‘’Başkaldırı, ancak kurumsal eşitliğin büyük gerçek eşitsizlikleri örttüğü topluluklarda gerçeklik kazanabilir.’’ Dolayısıyla başkaldırı sorunu yalnızca Batı toplumlarına özgüdür. (Camus, 2003, s. 27)



Camus’de Başkaldırının Sınırları


Camus ısrarla gerçek bir başkaldırının sınırları olması gerektiğini belirtir. Bir başkaldırının amacı yeni bir felsefe oluşturmak ise eğer mutlaka bunu sınırlar çerçevesinde gerçekleştirmelidir. Her başkaldırı bir kinle başlar, sınırını unutup kinine yenilen başkaldırı yok olmaya da mecburdur. Çoğu başkaldırıda bu sınırların unutulmasının asıl nedeni insanın sonunu düşünmeden atıldığı özgürlük arayışıdır. Sanat ve Başkaldırı Başkaldırının sanatla olan ilgisi insanın yıkım aşamasından sonra yeni bir evren kurma, yaratma isteğinden kaynaklanır. Başkaldırılan düzensizlik, ilkesizlik ancak sanatın yaratıcı gücüyle tamamlanabilir. Bu doğrultuda yaratıcı olmak isteyen insan, sanata başvurmaya mahkumdur. 7 Sanatla birleşen başkaldıran, dünyaya düzeni getirecektir. Camus, tür olarak en çok romandan bahsetmiştir. Çünkü ona göre roman, başkaldırının tüm eksik yanlarını içinde barındırır. Roman, başkaldırının önünü açar, yol gösterir.


Sonuç


İnsanın bu denli değerli bir varlık olmasının sebeplerinden biri de başkaldıran bir varlık olmasıdır. ‘’Hayır’’ diyebilme cesaretini gösterebilen, haksızlıklara karşı sesini çıkartabilendir, başkaldıran. İnsanın başkaldıran bir varlık olması kendi kültür dünyasının yaratıcısı olmasının önünü açar. Camus, insanı en önemli değer olarak görmüştür. Ona göre insanın var olabilmesi, hayatını sürdürülebilmesi için başkaldırması gerekir. Başkaldırmayan insan, varlık amacını yitirmiş insandır. Fakat bu başkaldırı belirli değerler ve sınırlar içerisinde olmalıdır. Sınırını aşmış veyahut hiçbir değer barındırmayan bir başkaldırı, başarısızlığa mahkumdur. İncelediğimiz Başkaldıran İnsan adlı felsefi kitabında da bu konuyu detaylı bir şekilde işlemiştir. Tarih boyunca başkaldıran isimlerden, bu başkaldırılara öncelik eden olaylar ve kişilerden bahsetmiştir. Yapılan başkaldırıları başlıklar altında toplamış ve hangi yönlerinin doğru, hangilerinin yanlış olduğunu tartışmıştır. Camus’nın kitabında ele aldığı ve incelediği başkaldırıların en önemli ortak noktası ölüm ve cinayettir. Camus, kişisel yaşamında da şiddete karşı bir isimdir. Ona göre hiçbir başkaldırı cinayeti olumlayamaz. Cinayeti olumlayan bütün başkaldırıları eleştirir. Sınır meselesinde bahsettiği de budur; sırf başkaldırmak için her şeyi gözardı etmemiz imkansızdır. Gözünü karartmış bir şekilde yola çıkan insan, sınırını aştığı yerde başarısız olmuş demektir. İnsan başkaldırmak zorundadır, bu onun doğasında vardır. Fakat başkaldırı eyleminde sınırını ve değerlerini unutmadan, doğru yolda ilerlemek zorundadır.