Tapınağı çevreleyen uzun duvarlardan aşağı sarkan ayaklarını izliyorlardı. Saat epeyce geç olmuş, canlı müzikler kesilmiş, etraftaki ışıklar minimum seviyeye inmişti. Geriye tapınağın içindeki sarı ışıklar, gecenin vahşi sessizliği, yıldızlar ve onlar kalmıştı. Onlar hariç tüm dünya uyumuştu. Bahir Alize’ye döndü, dibine yaklaşmış olduğu Kavaklıdere’yi yukarı doğru kaldırdı ve kucağına yaklaşıp "Seni seviyorum.’’ dedi. Alize gülümsedi, bardağını yavaşça kaldırdı ve Bahir’in bardağına hafifçe vurdu. Camların birbirlerine kavuşmasının ardından çıkan tiz ses yıldızlara ve geceye karıştı. Alize düşündü. Zihninden geçen milyarlarca düşüncenin hangi birini dökmeliydi Bahir’in avuçlarına? Bilmiyordu, yakalayamıyordu. Düşünceleri ışık hızında gözlerinin önünden geçip gitmekle yükümlüydü, bu yüzden yavaş yaşamayı seviyordu. Çantasını aldı ve orta gözünden üstünde sarı renkli bir kelebek olan küçük kutuyu Bahir’e uzatıp "Bunlar senin için." dedi. Bahir gülümsedi. Safça ve masumca bir gülümsemeydi bu, yıldızlar kadar güzeldi. Kutuyu eline aldı, kulağına yaklaştırdı ve hafifçe salladı, içinde ne olduğunu merak ediyordu. "Belki beğenmezsin, bilmiyorum ama gördüklerimin arasında en iyileri bunlardı, üzgünüm, hadi aç." dedi Alize. Bahir yavaşça kutuyu açtı, onu bir sürü küçük küçük deniz kabukları karşıladı. Hepsini tek tek parmaklarının arasına aldı ve inceledi. Yüzünde yeniden amansız, çocuksu bir gülümseme belirdi ve Alize’yi öpmeye başladı. Alize öpücüklerde öldü, yeniden doğdu ve nefes almaya başladı, Bahir bilmiyordu. Bilmiyordu gözlerine baktığı kadının onda boğulduğunu. Belki de biliyordu. Satır aralarında gizlice yeşeren bir aşktı onlarınki. Stratejilerden ve çıkarlardan uzaklardı. Ne çoktu ne azdı. Birbirlerini tanımasalardı eğer, başka bir zamanda başka hayatların var olduğunu bilmeyeceklerdi. Bir ruhun diğer ruha sarılıp diz çökmesini hissedemeyeceklerdi. Onlar çok kutsaldı. "Sana en güzel deniz kabuklarını toplamak için tüm sahili gezdim ama gerçekten en iyilerini..." Bahir bir anda gözlerini Alize’nin gözlerine sabitleyip bir şiir okumaya başladı:


Karşımdasın işte…

Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.

Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde sağlam sevdiğim.

Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.

Tıkandığım o an,

Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,

Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.

 

Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.

Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.

Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,

Bitti artık hepsi…

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.

Bakış açım belli oldu yine.

Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.

Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.

Dağlara çarptım her esişimde.

Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:

Önemli olan

"zamana bırakmak" değil,

zamanla bırakmamaktır

Şimdi bana, geçen o zamanın

Onulmaz sancısı kalır.

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim? 

Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim…


Alize hayranlıkla izledi Bahir’i. Gözlerinin ormanında kayboldu, göğüs kafesindeki kelebekler hızlıca kanat çırpmaya başladı. O, şiiri sadece okumuyor, aynı zamanda yaşıyordu da. "Bu, amcamın en sevdiği ve benim de en sevdiğim şiir Alize. Benim de sana vereceğim hediye buydu bu gece.’’ Alize gözlerinin dolduğunu belli etmemek için aniden sıkıca sarıldı Bahir’e. Tüm acılarını dindirmek, gerekirse hepsini kendi ruhuna kazımak, acıyan her yerini teker teker öpmek ve bir daha hiç canının yanmayacağı bir hayat bahşetmek istedi ona. Bahir bilmiyordu bunları. Daha da sıkı sarıldı, rüzgar bile esmedi aralarından. Bir süre sonra Alize, Bahir’e sardığı kollarını gevşetti; bedenini onun bedeninden ayırdı ve "Hayatıma giren en özel insansın.’’ dedi. Bahir biraz düşündü ve "Sen de hayatıma aldığım en özel kadınsın.’’ dedi. Çok düşünmek, çok ince düşünmek Alize’nin lanetiydi. O ilk defa böyle bir duyguyla karşılaşıyor, Bahir’i kaybetmekten korkuyordu. Onsuz bir hayat yaşanır mıydı, evet, yaşanırdı ama onunla yaşanılan hayat kadar güzel olamazdı. Bahir’in elini tuttu, başını omzuna yasladı ve gözlerini göğe çevirdi. "Sana sarılınca evimdeymiş gibi hissediyorum Bahir. Bu güzel mi, yoksa kötü mü bilmiyorum. Bak gökteki yıldızlara, hepsi bizim için parlıyor.’’ Bahir gülümsedi, Alize’ye sıkıca sarıldı, kokusunu içine çekti ve saçlarını okşarken "Biliyorum Bal arım, hepsi bizim için. Sen ve ben, biz; tozlu raflar arasına bırakılmış, terk edilmiş şiirleriz. Beraber büyüyoruz, beraber seviyoruz ve birbirimizin penceresinden bakıyoruz hayata. Tüm bu hayat karışıklığına, kaosa, yalana ve hileye rağmen sen hala çok güzelsin, hep böyle kal, olur mu?’’ dedi ve Alize’nin saçlarına bir öpücük kondurdu. Alize burnunu Bahir’in boynuna sürttü ve "Sen memleketim kadar güzelsin, ve öyle kal.’’ dedi. 

O gece aşık oldular birbirlerine, o gece sevişti ruhları. Bu bir günah, biliyorlardı, Tanrı her şeyi görürdü ama şundan eminlerdi: O gece ikisinden birisi olmayı çok isterdi.