“Ömer bir sevgiydi.” cümlesi ile başlıyor roman. Kitaptaki yoğun şiirselliğin de ilk örnek cümlesidir aynı zamanda. Hulki Aktunç çok özgün bir yazar. Özgünlüğünün kaynakları arasında kendine has bir dil oluşturmuş olması, düş ile gerçeği birbirinden ayırt edilemeyecek kadar iç içe sunuyor olması, modernist bir yazarken eserine dinî motifleri katarak bir “ileri-geri” ikilemi yaratması ve kitaptaki kişilerin de olayın geçtiği evin de birbirlerine yakın bir öneme sahip olması bulunmaktadır.


Olayların bir eşik cininin ağzından anlatılıyor oluşu düşsel ögelerin çokluğuna işaret etmektedir. Olaylar bir ailenin birkaç kuşağını barındıran eski bir evde geçmektedir. O ev ki “Nisa’nın hücresi, Ömer’in oteliydi bura. Nurullah Bey'in de, kim bilir belki bazı anımsamaların acısıyla ara sıra göründüğü eski bir kafes.” şeklinde tanıtılıyor bize. Ömer “erkek” olduğundan zamanının çoğunu dışarıda geçirebilme ayrıcalığına sahip bir birey olarak çıkıyor karşımıza. Nisa ise evdeki tek “kadın”, çay pişirme ile özdeşleşen ve Ömer’in gözünde her şeyin üstesinden gelebilecek olan bir “abla”dır. Hâlbuki Nisa gününü hücresinde dolaşarak geçiren, üç kuşaktır ailelerini barındıran evin içindeki nesnelerle, anılarla, hayallerle ve gece dostları ile iletişim kuran yalnız bir kadındır. Yıllardır kullanılmayan ve bir erkek gücünü özleyen kahve değirmeni ile benzer duyguları yaşayan bir kadındır Nisa. Nurullah Bey'in durumunu izah etmeyelim. Tahmin edilmesi çok zor değil de, okurken anlarsınız Nurullah Bey için evin neden eski bir kafes görünümünde olduğunu.


Kitabın Ömer ve Nisa ekseninde ilerlemesini beklerken bir de Nuh çıkıyor karşımıza. Varlığı ile yokluğu belli olmayan, bazen günlük işlerle uğraşan bazen de öte dünya işlerini anımsayan, iki dünyanın arasında kalan bir Nuh. Çok yönlü bir şekilde ele alınması gereken ve zor olan bir eser. Bu tarz eserler tek okuma ile sona erdirilecek eserler değillerdir. Bu kitabı okurken aklıma Sevim Burak geldi. Özgünlükleri birbirlerine yakın. Sevim Burak biçim olarak daha ileride ama Hulki Aktunç’un tarzı da çok değişik ve o dikkate değer bir “birey”ci. Bağlama çok güzel uydurulan özgün deyimleri ve sözcükleri var. Okurken bu durum dikkatinizi çekiyor. Mevcut olan okuma alışkanlıkları ile ele alındığında anlaşılmayan, karanlıkta kalan bir sürü yer olacaktır. Bu yüzden bu eser ekstra bir dikkat ve ekstra bir çabaya ihtiyaç duymaktadır. Hulki Aktunç bir ressamdır aynı zamanda. Betimlemeleri bir tuvalin karşısında duruyormuşçasına yapmaktadır. Birkaç eserini daha okuyacağım, şimdilik eşik cininin bir isyanı ile noktayı koyalım:


“Veyl!

Miskinler! Alçaklar! Köpoğlu köpek zavallılar! Çilesizler!

Adı gökten silinmişler! diye uğrunuyordum. Sizler bizim kötülüğe vergimiz miydiniz? İzleriniz de hep kalbimize yapıştı.

İzlediniz bizi. Nerede olsak yanımızdaydınız. Ama paylaşmadınız. Biz sizin günahlarınızın acılarıyla (hangi günahlarınızın?) şeytan ağlamalarınıza katıldık. Siz yaşlarımızı mezata çıkardınız. Ve alay ettiniz.

Sonunda çoğunluğunuz gebererek bizi yalnız kodunuz. Sizin yoldaşlığınız da geberiş değil miydi?

Ölüp gebererek ve yaşayıp gebererek, biz sıradan duyguluların, biz şarkıları sevenlerin, biz veremden ölünen yıllarda kalanları hâlâ ananların bütün diriliğini kendinizle birlikte yargılatmaya çalıştınız. Yardakçılarınız da çevremizden hiç eksik olmadı.

Başkalarına armağan edecek nice şeyimiz varken bunları bile keselerinize, anılarınıza kattınız.

Nisa yine de Ömer ile arkadaşına çay pişirdi. Onlara hiçbir şey anlatamamanın acısını, artık unutmuştu bile ya da bardaklara döküyordu.

Siz kaskatı izlediniz. Siz hiçbir şey yapmadınız. Nuh, kıyameti kendi egemenliği için kullandı.

Üzerimize yürüyüşünü alayla seyrettiniz."