tuzlanıp buzdolabında bekletilen leşler gibi bekliyorum gelmeni

nafile


buzluktaki kutupta donmuş ellerimle, ağlaya ağlaya son yemeğimizdeki tabakları yıkıyorum

parmak izlerinin bulaşıcı bir hastalık gibi geçtiği çatalları ve dudaklarına bir tiramisu ile değmiş mısır tanrısını

ovaladıkça, bir dilekle canımı almasını dileyeceğim bir cinin çıkmasını istiyorum hep

nafile


yan yana oturup geceyi ve denizi ve dalgaları ve uzak ışıkları seyrettik sevgilim, ben varlığını seyrettim ince beline sarılırken ellerim

dudaklarına değen dudaklarımla tanrıya inanmak için kokunu içime çektim, 

dünyayı sevmek için, avuç içlerini ve gülüşünü öptüm,

sen gül diye evrildim ve yaşar oldum

mahzenimden kopuş biletim bir yarın bile etmedi

öteki bir dünyaya gitmekten başka çarem kalmadı

yitirdim

ağzım kan dolu bekledim

nafile


umrumda değil hisse senetleri, banka tahvilleri ve havale ücreti

derimi saran kaşmir ruhumu boğuyor

umrumda değil din ve devlet, dünya savaşları ve kan, hiç bir haham

yaşlı gözlerimle seyrettiğim bu dünyanın içinde sadece tenimden gelen tuzlanmış leşin kokusunu alıyorum

donmuş ellerimle bir tiramisu yapıyorum

nafile


ruhuma kül bastım, morfin bastım, ikametimi aldırdığım hiçliği bastım

gözümü açtım

nafile

 

tuzlanıp buzdolabında bekletilen leşler gibi bekliyorum gelmeni

sana kapitalizmden aldığım kalp şeklindeki karton kutu tabutum oldu

bir oyun parkına götür beni

bir deniz kenarına

hava alayım bir kutup soğuğundan, bir eylülden

sadakatsiz gidişinden, masal gibi bir kaç gününden


''ağladıkça daha da açıldım derine''

boy versem mezarımı ölçersin