-Burası neresi? İmdat! Yardım edin bana, savruluyorum.

Bir ses çalılıkların arkasından hücum ediyor gecenin karanlığına. Ay hilal şeklinde, kendine yetmiyor ışığı… Çabalıyor en azından.

Sonbaharın vurdumduymazlığı bütün yaprakları birbirine katmış. Sarılı, yeşilli yapraklar dans ediyor gökyüzünde.

İşte böyle bir gecede buldum ben Cengiz'i. Suyu çekilmiş bir kuyu dibinde, çıkmaya çalışıyordu oradan. Elleri parçalanmış, kan oturmuş gözüne. Yorgun çok yorgun belli oluyordu. Bana dedi ki:

- Beni rüzgar buraya attı, savruldum ağabey. Yardım et çıkayım gün yüzüne, güneş ısıtsın bedenimi, su çalayım şu kirli pas tutmuş yüzüme.

Acıdım haline, kendi kendime dedim ‘Rüzgar mı onu savurdu yoksa Cengiz mi rüzgar oldu esti gürledi de yoruldu?’

-Ağabey bir ip neyim bul da sallandırıver şuradan haydi!

Bakıp kalmışım Cengiz’e boş gözlerle, dediklerini ilk başta duymadım. Aklım onun hikayesine gitti. Acaba neydi onu buraya getiren, bir kör kuyuya düşüren?