Bir film izledim az önce. Kanser hastası olan ve ölümü bekleyen bir adamın konuşmasında, sağlıklı olduğu bilinen ve önünde yaşadığından daha uzun bir hayat olduğu tahmin edilen genç bir kadının hissetmesi beklenmeyen bir şey vardı.


Ölümü beklerken hep eskilere gittiğini söylüyordu adam. Son zamanlarda, kendi gençliğinde sürekli dinlediği veya hiç dinlemediği ama o zamana ait olan müzikleri dinlediğinden, eskiden izlediği filmleri tekrar izlediğinden bahsediyordu. Hayatta neyi hangi motivasyonla yaptığımızın her zaman önemli olduğuna inandım ve hatta bütün hayatım sırf bu yüzden “neden” sorusunu sormakla geçti. Birisi, bir başka birisine kötü bir şey yaptığında kötü bir şey yapan insana tavır almak yerine hep sordum “neden” diye. Çünkü bazen dünyanın en kötü insanı olmanızın bile bir nedeni olabiliyor affedilmeye yol açabilecek olan. Bunu nereden öğrendiğimi biliyorum en derinlerimde, insan çok kırıldıysa eğer ve her kırıldığında ona, onu sevdikleri söylendiyse kıran kişiler tarafından, “neden” sorusu kalıyor hep geriye. Kötü biri olarak yapılan kötü eylemlere bir yer bulamayınca hayatta, “neden” demek zorunda kalıyor. Yoksa çünkü bunun bir cevabı, nasıl yaşayacağını kestiremiyor. Kötülüklerin bile bir nedeni olduğunda kalıplara uyan, her şey meşru oluyor. İşte tam da böyle bir yerden merak ettim, ben neden ölümü bekleyen bir adamın hayata baktığı açıyı benimsedim? Film izlerken, kitap okurken ya da başka hayatlarla temas kurduğunuz başka bütün anlarda, orada sizden bir şeyler olduğunu hissetmenizle birlikte midenizin ortasından göz pınarınıza doğru ince bir ip oluşur. Titrek bir ip oluştu o anda derinimde. Bekledim “neden” böyle yapılır adam söylesin diye. Yaptığı şeyin nostalji sevdası değil, ölüm korkusu olduğundan bahsetti adam. Ölüm korkusuymuş insanı yeni şeylerden uzaklaştıran, yaramaz bir çocuk gibi paçalarından çekiştirerek geçmişe sürükleyip duran. İnsan geleceğini göremediğinde, orada bir şeylerin var olacağını veya çoktan olduğunu hissedemediğinde, elinde zaten olan geçmişe çeviriyormuş kafasını.


Genele vurulmadan kenarından geçilmesi gereken bir benzetme belki bu hissettiğim. Ama motivasyonlar her zaman aynı olmasa da benim “neden” soruma, adamdan aldığım ölüm korkusu cevabı, midemden göz pınarıma bir ipi titretti.


Sağlıklı ve oldukça genç bir insanın hissetmemesi gerektiğini düşündüğüm bir hisle ilk kez yüzleşmem değil elbette ama, dünyanın o andaki belki de en çaresiz insanının ve gelecekle ilgili bırakın plan kurmayı, geleceği düşünmeyi hak bile edemeyecek kadar ölümün kıyısında bekleyen bir adamın cümlelerinden bir bam teli bulunca insan, bunun üzerine gitmek isteyebiliyor.


İnsanın geleceği uzun ve soğuk duvarlarla kapatıldığında, ilerlemeye çalışırken kişi her defasında duvardan sekip geçmişine dönüyor. O duvar bazen ölüm oluyor, bazen kişinin kendi elleriyle özenle ördüğü korkuları. Asıl soru şimdi, nedir insanı durduran, hayal kurmaktan bile korkacak kadar?