Uyarı: 12 yaş ve üzeri çocuklar ile yetişkinler için uygundur.



Bir zamanlar kristal kalpli bir Buzlar Prensesi yaşarmış. Her sıkıntı ve her zorlukta karları delerek gün yüzüne çıkarmış. İnsanlara yardım edermiş tüm soğukluğuyla ve karlar altındaki ülkesine geri dönermiş. Çünkü insanlara güvenilmemesi gerektiğini çok iyi biliyormuş. Onun tek istediği huzurmuş. Başka hiçbir şeye ihtiyaç duymazmış. Bir gün tüm soğukluğuyla gün yüzüne çıktığında olanlar olmuş. Işıl ışıl, sıcacık bir prensle karşılaşmış. Gökkuşağından gelen prens olduğunu anlamış. Anlamaması da mümkün değilmiş zaten. Gökkuşağı Prensi bütün ihtişamı ile gülümsemiş. Buzlar Prensesi'nin hiç gülmeyen suratında hafif bir tebessüm olmuş. Cansız saçları birden canlanmış. Buzlar Prensesi şaşırmış, erimekten çok korkmuş. Gökkuşağı Prensi ile ne kadar zıt olduklarını bildiği halde, ona o an aşık olmuş. Kristal kalbi birden ısınmış. Prensin ona her yaklaşmasında, içten içe daha da ısınmış prenses. Gökkuşağı Prensi ona, "Saçların tıpkı siyah inci gibi. Gökten siyah kar yağacak kadar imkansızsın, renklerimi siyaha boyayacak kadar zıtsın bana." demiş. Ellerini uzatmış prens ve “Bırak bana kendini, seni ısıtayım. Renklerim sana karışsın.” demiş. O an prenses, hiç fark etmediği kristal kalbinin parçalara ayrılıp ses çıkararak hareket etmesiyle canlanmış. Prens ise prensese rengarenk gülümsemiş. Prenses o an kalbini vereceği kişinin o olduğunu düşünmüş. İmkansızı imkanlı olduğu için çok mutlu olmuş. 


Prenses aşkın kendisine yasak olduğunu biliyormuş. Zamanla eriyip yok olacağını bile bile prensine sarılmış. Günler günleri kovalamış. Prenses kâh yer altına inip donmuş kâh yeryüzüne çıkıp sıcacık olmuş. Her bunu tekrar ettiğinde güçsüz kalmış. Nihayetinde de hastalanmış. Prenses bir gün kar çiçeği misali gün yüzüne çıktığında, tenlerinin birbirine yasak olduğunu bile bile bütün olmuşlar. Tenleri birbirlerini yakmış, kavurmuş. Prenses iyice erimiş. Prens ise prensesin siyahlığına boyanmış, soğukluğuna bulaşmış. Yasaktılar işte birbirlerine. Tenleri, kalpleri, hayatları yasaktı onların. İmkansızlardı ve olmayacaklardı. Ama yok olacaklarını bile bile sevdiler. Bu imkansızlıktan sadece birinin sağ çıkma imkanı olacaktı. Acaba hangisiydi?


Prenses erirken aşkından, prens siyaha boyanıyordu aşkın imkansızlığından. Prens çok korktu. Evet, seviyordu ama renklerini daha çok seviyordu. O renkli hayatını kaybederse ailesini, mutluluklarını, ışığını kaybederdi. O karanlıktan çok korkardı. Siyah olursa, bir daha renkli olamazdı. Siyahlığın zindanlarında donarak ölürdü. Prenses ise iyice erimişti. Bir tek onu prens rengarenk yaparak kurtarabilirdi. O da gökkuşağının altından prensle el ele geçerse olurdu. Böylece ikisi de hayatta herkesin tek hakkı olan dileği söyleyerek mutlu yaşayabilirlerdi. Eğer böyle bir şey yapmazlarsa prenses kalbini hiç ısınmamak üzere dondurmak zorunda kalırdı ve bir daha yeryüzüne çıkamazdı. Çok cesaretliydi prenses. Hiç korkusu yoktu. Çünkü sevdiğine güveniyordu. 


Artık konuşma vakti gelmişti. Karar anıydı o an. Prenses konuşmaya başladı: “Prensim, gün ışığım, bana hayatın renklerini gösteren, umudum, her şeyim olan erkek… Kalbimin yerini bilmezdim senden önce. Sıcacık yaptın beni. Ben ki Buzlar Prensesi, kimsenin indiremediği duvarlarımı sana indirdim. Senin aşkınla eridim. Hâlâ da eriyorum. Senin sayende gökkuşağının renklerini gördüm. Yüzüm güldü. En güzel kar tanelerine senin adını yazdım. Onlara seni fısıldadım. Onlar bile benim aşkımdan eridiler. Şimdi bana ver ellerini. Bak her şeyi bıraktım. Ailemi, karlar alemini, kar çiçeklerini… Isıt beni, tamamen senin olayım. İzin ver. Tut ellerimden, konuş yağmurla, yağsın bugün bizim için. Söyle güneşe, o da gülsün bize, çıksın gökkuşağı, geçelim el ele. Senin olayım. Sadece senin!” dedi. 


Prens konuşmaya başladı: “Ey Buzlar Prensesi. Çok sevdim seni. Hayatıma siyah karlar yağdırdın. Sana hiç söylemesem de ülkeme bir yıl boyunca siyah karlar yağdı. Ailem paramparça oldu. Dondular. Onları ısıtmaya çabaladım. Yapamadım. Siyah saçlarına tutunamadım prensesim. Ben en çok korktuğum şey olan karanlığa gömülmek istemiyorum. Kandırma kendini. Kandırma beni. İmkansızlıklar içinde imkan yaratamayız. Ben siyahın içindeyken renklerimle asla yüzün gülmez. Doğal gülemezsin bana siyahınla. Ben sana ellerimi verirsem karanlığa gömülürüm. Renklerim solar sende. Yapamam!” dedi ve gitti prens. Tek bir söylenecek cümle bile bırakmadan gitti. Oysaki Buzlar Prensesi çoktan kendinden vazgeçmişti. Prenses dünyasına döndü. Kendini dondurdu. Hissizleşti. Bomboştu. Artık duyguları yoktu ve bir daha asla ısınamayacaktı. Çünkü lanetlenmişti. Yeryüzüne çıkmaya artık izni yoktu. Hayatı boyunca bir daha asla "kar çiçeği" olamadı. Onun için gökkuşağı tek renk oldu: Siyah.