"Nostalgie", tanımlaması her ne kadar Fransızlar için özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrasının getirdiği buhranlar ile -ki bu buhranlar ve bunalımlar tüm dünya halkları için geçerlidir- başkalaşan bir anlama doğru evrilse de özünde özlemi ve hasreti çok derinden hissetmekle ilgilidir. Biz şimdiki düşünsel kavramamızla nostaljiyi hep geçmiş veya geçmişte kalan güzel anılar gibi algılasak da nostalji aslında geçmişte kalan her ana ve anıya dair güzel ya da güzel olmayan özlemler içerir. Mesela bir fotoğraf albümünüzü elinize alıp tabiri yerindeyse geçmişe gittiğinizde hep güzel anıları ve anları düşünerek iç çekeriz. Çünkü fotoğraflarımızın büyük çoğunluğu güzel diye hatırladığımız anlarda çekilmiştir, çünkü daldığınız film kareleri zihnimizin bir köşesinde geçirdiğimiz hoş zamanlara ait kalmıştır. O an çekilen fotoğraf sadece o anımıza ait duygular barındırır. Oysa, bilinçdışı, fotoğrafın çekildiği günkü her anıyı da saklamıştır bir köşede ve biz bunun farkında olmasak da zihnimiz bizi bir fotoğraf karesinden geçmişe tam anlamıyla götürür. Fotoğrafların çekildiği bütün günlere, hatta çoğu zaman daha geniş zaman aralığı olarak yıllara götürür ve istemsizce hüzünleniriz. İşte o anda sadece geçmişe duyulan bir özlemden ötedir nostaljinin anlamı. Milan Kundera şöyle tanımlar bu durumu: Orada bulunmayana duyulan istek, ama asla gerçekleşmemiş olana da duyulan bir özlem. Bu bağlamda nostalji artık yaşayamadıklarımız, bizi farklı kılabilecek kaçırılan fırsatlar, gidemediğimiz ve eşiğinden döndüğümüz yollar ve bize fazla gelen bir kalp sızısıdır. Bir şarkıyla, bir fotoğrafla, bir kokuyla tetiklenen bütün yaşanamayanların derin yarasıdır aslında ve bu her an, her yaşta karşımıza çıkabilecek kadar güçlü bir yaradır. Kendimce başka türlü anlamlandıramıyorum artık kabaca geçmişe duyulan özlemi. Çünkü biliyorum, içimde özlemden çok daha öte şeyler tüm bunlar. Yazdıklarım, paylaştıklarım, okuduklarım ve özellikle çocuklarla yaşadığım tüm anlar ve anılar...