Tüm serüvenlerimizi baştan sona okusalar bile bizi anlamayacaklar. Gerçi bir pirinç tanesi kadar anlaşılmamaktan korkmuyorum artık. Yalnızlıktan, mezarlardan korkmuyorum. Yarın bir ormanda gezerken bir ağacın dibinde kurtlar bedenimi parçalasa tüm parçalarım yer yüzünde başka noktalara dağıtılsa fark etmez. Yarın ölmekle yaşamak arasında beni kaygılandıran bir fark yok. 

 

Ah Olvido! Ah demem bile yapmacık. Beni anlamadılar derken bir küskünlük ifadesi değil bu. Artık ben de onları anlamıyorum. Okyanuslar dolusu insanlar geçti bu dünyadan. Hangi birisi anlaşıldı? Hem kim niye niçin bizi anlasın? Bizler kimleri ne kadar anladık ki?

 

Söyle Olvido! O ne saçma bir yargıydı, o ne saçma bir amaçtı? Ağlayacak bir diz aradığımız yıllar geride kaldı. Artık tek damla göz yaşım kalmadı. Buraya geldiğimde mutlu olurum sanmıştım. Değilim ama önemli de değil. Artık mutluluk ya da mutsuzluğa hapsedilecek biri değilim. İnan hiç umurumda değil. Neden böyle oldum? İlaçlardan diyor doktor. Ama değil biliyorum. Bir çocuk vardı, içimde dolaşırdı. O çocukla dolaşan beni sevmezlerdi. Aslında ben de sevmiyormuşum. Bir gece öldü çocuk. Arkasını döndü baktı. Gitmeme izin verecek misin? Dedi. Cevap bile vermedim. Herkes büyüdü, herkes ölmek üzere Olvido. Bir ben kaldım geride. Bir ben kaldım gibi ama üzülmüyorum buna. Çünkü yarışmıyorum bile. Hiçbir şey yapmıyorum. Mesela düşünmüyorum. Onlar gibi oldum. İçimdeki çocuğu ve seni, yoksa ilaçlar mı öldürdü? Meyhanedekiler gibi. Fakat meyhanedekileri de görmüyorum. O aptal sürüsünden ayrıldım. Erika abla öldü. Cenazesine gitmedim. Eskiden olsa vicdan yapardım, oysa ölülerin bizden haberi bile yok! Olsa annem o hallerimi görürdü değil mi? 

 

Sana neden mi veda ettim peki? Sana neden mi ihanet ettim? Artık gerekli yerlerde ihanetimi icra ediyorum. Bu dünya için fazla şerefliymişim Olvido! Beni delirten aslında senmişsin! Tüm suçu sana attım farkındayım fakat haksız da sayılmam. Doktor kendi kendime konuşmamı yasakladı. Haksız sayılmazmış. Alışkanlık geliştirmişim. Bir süredir yapmıyordum bunu. Açık konuşayım seni de özledim diye yapmıyorum şu an olanları. Meraktan evet meraktan yapıyorum tüm bunları! Çünkü seni özlemedim. Kendimi de özlemedim. Merak etme, dönsem seninle olan benliğime dönerdim. Ama yok! Bulamıyorum. Bir hissizlik vardı bilirsin.Artık yok. Çok hissetmekten köreldim. Çok sevmekten, çok özlemekten tükendim. Ama tükenişimin hüzünlü bir tarafı yok. Duyguların son kullanma tarihi geçti. Ayten’i bile unuttum demeye lüzum duymuyorum. Çünkü ispata lüzum yok. 

Doktor geldi Olvido. Bana doğru geliyor. 

“Hüsnü, nasılsın? Durgun gördüm seni. Dudakların kıpır kıpır. Yine kendi kendine konuşmuyorsun dimi?”

“Hayır. Hayır konuşmuyorum.”

“Biliyorsun çok yol kat ettik. Olvido ile vedalaşmış olmalısın, yeniden eski alışkanlıklarınla bağlantı kurmamaya bak. Gerçeklerden kopma. Arkadaşlarının arasına karış.”

Ah Olvido! Arkadaş dedikleri de şu deliler ordusu. Bunlar gerçekten deli fakat. Benim gibi kontrollü bir delilik değil yaptıkları.

“Sıkılıyor musun?” dedi doktor. Dudaklarımı kıpır kıpır görünce nedense yüzü düştü. Memnun olmadı bu durumdan. Elindeki kağıtlara bakıyordu. “Bugün beraber incelemelerde bulunalım mı seninle? Kısa bir zamanın kaldı artık. Çok tutmak istemiyorum seni ama kendi kendine konuşma huyuna tekrar dönersen, süreç uzar.”

Yürümeye başladı. 

“Hadi gel. Bugün diğer arkadaşları kontrol edelim beraber.”

“Delileri görmek istemiyorum doktor.”

“Deli demeyelim lütfen.” Dedi gülümseyerek.

Beni hep sevdi doktor. Derin sohbetlerimizin bunda tesiri yüksek olsa gerek.

Asansöre bindik. Hastanenin ilk kez gördüğüm yerleriydi buralar. Aylar sonra farklı yerler görmek ne kadar iyi gelmişti. Koridorlar vardı. Beyaz kapılar, beyaz odalar. Beni buraya kapatan babam mutlu mudur? Evde rahat ediyor mudur? Annemden sonra yeni bir kadın bulmuş mudur Olvido? Belki de bulmuştur. Ben kime çektim? Babam gibi kolay unutan biri olsaydım keşke. Ayten bizi buralara düşüremezdi o zaman. O küçük şehirdeki viran olan evimizden sonra, nerelere kadar sürükledi hayat bizi? Aidiyetsiz, sahipsiz ve yapayalnız… Soğuk koridorlarda, sıcak çorbalardan çok uzakta. Evet çok sevmiyordum o zaman o sıcak yuvaları. Şimdi arar oldum. Dur Olvido! Doktor bakıyor. Konuşmayı bırakmalıyım.Doktor kapıyı tıklatıp oda oda sırayla içeri girmeye başlıyordu. Bembeyaz bir oda. Mavi yatak örtüleri. Bir plastik sürahi, bir plastik bardak. Demir korkulukların gölgesi odanın içine düşmüş. Bir kasvet sardı içimi. Daha önce hiç görmediğim yaşlı bir kadın vardı içeride. Duvara doğru dönmüştü. Sadece sallanıp duruyordu.

Doktor,​

“Neriman Teyze.” dedi.

Kadın bize döndü. Tüm hüznüyle çirkin bir gülüş attı. Sallanmaya devam ediyordu.

“Çocukları yok mu?” diyebildim doktora. Nereden aklıma gelmişti bu soru Olvido?

“İlla vardır.” dedi doktor. “Bura kimsesizler yurdu değil nihayetinde.”

“Çocukları varsa neden annelerine gelip sarılmazlar ki doktor?”

“Nereden çıktı bu?”

“Sanki biraz sevgisizlikten bu halde gibi.”

“Her şey öyle basit değil Hüsnü. Evet sevilmek önemli. Ama her zaman kurtarmaz.”

“Neriman Teyze! Bana odaklan.” dedi doktor. Kadın bize doğru yavaş yavaş geldi. Gayriihtiyari birkaç adım geriye gittim. Korkuyor muyum Olvido? Evet korkuyorum. Onun bu kadar korkutucu hale getiren dünyaya lanet olsun Olvido! Kim bilir hangi gençliğin aşklarında, hangi erkeğin hayallerinde yaşadı yıllarca. Şimdi her adımı bir ucube heykel gibi ürkütücü. Erika abla da yaşasa bu hallere düşer miydi? Ah Neriman teyze kim bilir kimin nesiydin? Öperek çocuklar büyüttün. Seni buraya bıraktılar. O çocukların, komşuların, ailen unuttu mu seni? Allah yalnız kalanlarla beraber midir Olvido? Neriman teyzenin de hayat hikayesinin sonunda bir tımarhane odasında bu hallere düşeceğini bilseydi annesi ne düşünürdü? Bilmemek ne güzel Olvido! Kimse kendine yakıştıramaz böyle bir sonu yoksa. Allah delirenlerle beraber olsun Olvido!

Doktor ona bir şeyler anlattı. Kulaklarımı hüzün tıkamıştı. Aylar sonra bir his hissetmiştim. Taş kesilmiş yüreğimden ince bir sızıntı akıp duruyordu içime. Gözlerim doluyordu aklıma gelen düşüncelerden. Yalnızlıktan belki, belki de yabancılıktan. Duyamıyordum ne konuştular. Yaşlı kadın bana güldü.

“Ne edeceksin yavrum? Ne edeceksin ki? Kader.” dedi.

Düşüncelerimi duyuyor gibi cevapladı beni. Çıktık odadan. Doktor hüzünlendiğimi gördü. 

“Böyle etkilenecek misin Hüsnü?”

“İlaçlar etkisini kaybediyor doktor, uzun uğraşlar sonucu kaçtığımız acıma duygum yeniden yükleniyor.”

“Acımak.” Dedi doktor. Baştan aşağı beni süzdü ve gülümsedi. Bu kendi haline bak demekti sanırım.

“Birilerine acımak hastalık değil elbette. Fakat birilerine acırken, onların dertlerini kendimizi hasta edecek kadar 0yüklenip kaygı bozukluğuna düşersek hasta olabiliriz. Neyse, gel benimle! Şimdi bir yazarın yanına gideceğiz. Kendini Balzac sanıyor.”

Doktor piçin teki mi yoksa Olvido? Bu delilerin hallerinden keyif mi alıyor? Akşam karısına anlatıp gülüyorlar mı? Deliler ihtilali gerçekleştiği gün bu doktora olacakları düşünemiyorum.

Neriman teyzenin odasından farksız bir oda. 

“Dikta! Dikta!” diye bağırıyordu yazar bey içeri girdiğimizde.

Kapı açılır açılmaz,

“Ulan orospu çocuğu nerede benim kağıdım kalemim?”

Doktor bozuntuya vermedi, ben kahkahayı basmak üzereydim.

“Kemal amca kalemi bir tarafına sokarsan ne diyeceğim ben ailene?”

“Oğlum daktilo verin, bilgisayar verin! Bana bir şey verin yazayım. İnsanlık en parlak eserlerimden geri kalıyor sizin yüzünüzden! Ya da şöyle sarışın bir karı dursun yanımda, ben ona söylerim o yazsın.”

“Kemal amca kadınları çıkınca görürsün artık.”

“Dışarda da bakmıyorlar ki. Yazmak pek erkeksi görünmüyor sanırım. Ama ne fark eder? Ben eserlerim için herkesten ve her şeyden vazgeçerim.”

“Ne yazdıracaksın?” dedi doktor.

“Roman. Yeni bir roman!”

“Soruma doğru yanıt verirsen sana bir bilgisayar izni verebilirim.”

“Sor bakalım.”

“Adın ne?” 

“Ben Honore De Balzac! Seni cahil köpek. Şu kahve yasağını da kaldır artık!”

Doktor kapıya doğru yöneldi. Umutsuz bir şekilde kafasını sağa sola sallıyordu. Bu eğlence ne yalan söyleyeyim hoşuma gitmişti Olvido.

“Romanın ilk cümlesi ne olacak?” diye sordum yazara.

“Yalnızlığın gerçek köleleri, kalabalığın içine gizlenmiş aptallardır.” dedi. Doktorun arkasından gittim hemen. Ne anlamı vardı bu cümlenin. 

Biraz geride kalmıştım belli ki bir odanın kapısı açıktı. Hemen içeri girdim. 

Doktorun her sorusuna aynı cevabı veren bir adam vardı. Sinir bozucuydu. Sarışın bir adam. Belki altmış kilodur. Rahat bir seksen boyu var. Zayıflıktan ölecek gibi. Korkunç gözler.

“Fazla konuşma, fazla konuşma saygınlık gider.”

Doktor elindeki evrakları yatağın üstüne bıraktı, adamı silkeleyerek,

“Erdi! Gözlerime bak, Erdi!.”

Erdi,

“Çok şaka yapma erkeklik biter.”

Doktor bıraktı adamı,

“İnanılmaz.” dedi.

“Neden?” diye sordum.

“Garip bir savunma geliştirmiş. Düzelmiyor. Ama biraz ilaçsız bırakacağım onu. Dozları azaltacağım.”

“Ne olmuş bu adama?”

“Sanırım tutması gereken bir sırrı tutamamış. Bu nedenle yanında bir cinayet işlenmiş. Aile içi bir olay. Sonra böyle sayıklamaya başlamış. Bu kadar sürmemesi lazımdı. Bir ay oldu. Artık acısıyla yaşayacak.”

Doktor beni beklemeden çıktı odadan. Erdi bana baktı. Doktora bakmadığı gibi. Belki bunu doktora söylemeliyim Olvido.

“Sen deli misin?” diye sordu. Deli olan o sanıyordum oysa.

“Nereden çıktı bu?” diyebildim.

“Kendi kendine konuşuyorsun.”

“Belli oluyor mu artık?”

“Fazlasıyla.”

“Bir süredir bırakmıştım aslında. Bu delilik değil ki, bir tercih. İyi geliyor bana. Ama bazen konuştuğum şeylere kendimi fazlasıyla kaptırıyorum. Eskiden Olvido’yu canlı bir şey olarak görürdüm karşımda. Fakat onu aldılar benden. Her ne kadar konuşsam da gelmiyor.”

“Nereden geldi o, ilk ne zaman başladı?”

“Karım evi terk ettikten yarım sene sonra kadar. Aslında yalnızlıktan ve can sıkıntısından oluşmuştu. Sonra önünü alamadım. Bir baktım ki artık insanların içinde bile onu saklamaz hale geldim. Sonra meğer adım deliye çıkmış. Olvido o kadar komik o kadar garip bir şeydi ki, inanamazsın. Allah herkese öyle dostlar versin.”

Erdi beni dinlemiyordu bile, camdan dışarı doğru baktı. Derin bir soluk verdi.

“Bu gece bileklerimi keseceğim.”

“Nasıl?” diyebildim. Değil bileklerini kesmek, kafasını duvara vurarak ölmek istese yine mümkün değildi.

“Dayanamıyorum artık.”

“Neye?”

“Bu aptal doktorun bir bok bildiği yok. Ben bir aydır buradayım ama beni sarsan olayı yaşayalı üç yılı geçti. Hikâyeyi bilmeden kafasına göre ilaçlar yazıyor.”

“Ne geldi başına?”

“Sanki kız kardeşim öldüğünde bayılmışım. Üç yıl sonra bir sahilde içerken birden bir rüzgâr değdi yüzüme ve orada sinir krizi geçirdim. Sanki üç yıldır o şoku atamıyordum da o rüzgarla ayılıp kardeşimin öldüğünü anlamıştım. Sinir krizi geçirmişim. Sonra buraya getirdiler. Bir ay olduğunu da şimdi öğrendim. Aslında insan kaçıyor. Ben de kaçmışım. Ertelediğim acı beni yakalamış. Hep o bir yerlerde benden habersiz yaşıyor gibi hissediyordum yıllardır. Ama yanılmışım. Sahilde onu anladım.”

“Seninle ne alakası var ölmesinin?”

“Seni de mi gezmeye çıkardı böyle?”

“Evet. Seni de mi çıkarmıştı?”

“Evet. Tüm hastaları gezdirmişti.”

“Sonra?”

Erdi bana baktı. Ayağa kalktı. Koşarak odadan çıkacaktım ki arkamda doktorun bizi izlediğini gördüm. Hemen doktorun arkasındaki görevliler kapıları kapattı,

“Vay canına.” dedi doktor. “Benim alamadığım havadisleri aldın.”

“Ne işine yarayacaksa?” dedim doktora. Korkmuştum Olvido, korkmuştum.

“Ne zaman bitecek bu iş doktor?”

“Son bir oda kaldı.” dedi

Oysa iki oda vardı. Demek ki son odadaki hastayı bize göstermeyecekler Olvido. Ya da o o odada kimse kalmıyor.

Korkudan doktorun üç adım gerisinde duruyordum. Artık delilerden uzak durmalıyım Olvido. Kendimden uzak durduğum gibi. Delilik bu mu yoksa? Nerede ne yapacağının belli olmaması.

Doktor bu odada biraz uzun kaldı, otuz yaşlarında genç bir adam. En bitkin surat bundaydı. İnanılmaz bir karanlık. Garip bir ses tonu. Gözlerinin altı mosmor. Biraz kulak verdim.

“İstediklerimi yapamadığım için üzgünüm, istemediklerimi yaparken de mutsuz.”

Sonra seslerini duymamaya başladım tekrar. Aklıma Erdi geldi, gerçekten bileklerini kesecek miydi?”

“Ötenazi gelmeli…” dedi sızlayarak adam o arada. Doktor ona bir şeyler söyledi.

“Duramıyorum. Artık dayanamıyorum!”

Doktorun umut dolu cümlelerini bir bir çürüttü adam. Doktor ayaklandı. Elindeki kâğıda bir şeyler yazıp yanındaki adamlardan birine verdi. Hastaya bir şey diyecekti ki, adam bağırdı:

“Bittim ben piç kuruları! Gidecek neresi kaldı?”

Sonunda gezi bitmişti. Doktor en son odaya doğru yürüdü.

“Hani orada kimse yoktu?” diye sordum.

“Var birisi. Gel bak.” dedi.

Odadan kafamı içeri soktuğumda doktorun yanındaki adamlar kollarımdan tuttu, doktora döndüm.

“Hüsnü kızma bana. Ama dünden beri aynı belirtileri gösteriyorsun. İçindeki o hayali karaktere veda etmek üzereydin. Ama başa sardın. Bütün emeklerimizi yıktın gibi hissediyorum. Üzülme çok kalmayacaksın. Yolu biliyorsun. Olvido’yu öldür. Bir hafta boyunca kendinle konuşma. Seni temelli yollayacağım buradan.”

“Diğer sefer de öyle dedin doktor? Beni buraya kapatınca ne düzelecek?”

“Uyarılardan kurtaracağım seni. Merak etme diğerleri kadar kötü değilsin. Seni oyalayacak bir şeyler olacak hep. Gezinti yapacaksın, oyunlar oynayacaksın. Fakat insanların arasına karışınca daha çok konuşuyorsun. Biraz uzak kal onlardan. Bunun üzerine düşeceğiz biraz ama çok uzun günler böyle kalmayacaksın. İnan bana.”

Gözlerim doldu Olvido! Sabah ne kadar umutluydum oysa. Senin de bir suçun yok. Ben konuştum seninle. Doktor çıktı odadan. Aşağılık adam. Ne kadar da umut verdi! 

 

Yine yalnız kaldım. Hüsnü Bey! Olvido? Nihayet geldin Olvido! Neden sabredemediniz. Oysa çok az bir vakit kalmıştı size akıllısın demelerine. Bir müddet daha dayansanız eve gidecektik. Gitmek istemiyorum Olvido. Burada kalmalıyız belki de. Artık meyhaneler ve kahvehaneler bizi istemiyor. Artık eve de sığmıyoruz, Ayten de dönmedi. Özgürlük istiyorsunuz. Özgürlük istiyorum. Lütfen içinizden konuşun benimle, yine gelirler, yine tutarlar, kollarınızı bağlarlar, en ağır ilaçları verirler size, sızarsınız, taş kesilir yüreğiniz, bizi yine ayırırlar, bizi unuturlar, çocukluğu öldürürler, düştük bir kere buraya, sabredeceğiz! Senden utanmıyorum Olvido! Senden utanmıyorum! Babam bir gün ahvalimizi sormaya gelirse söyleyeceğim ona, ya beni buradan alır ya da bileklerimi keserim. Burada kafanızı duvara vurarak bile ölemezsiniz Hüsnü Bey.

Bu arada odanın kapısı açıldı. Elinde iğneleriyle bir hayal katili göründü. Olvido? Hüsnü bey? Direnmeliyim Olvido! Hayır Hüsnü Bey, sıradan olmak için, benim gibi özelliklerinizden vazgeçmelisiniz.

Hiç direnmedim. Gözlerimden yaşlar aktı. Yatağa yüzüstü uzandım. Alın öldürün Olvido’yu siz de kurtulun ben de.

 

 

 

En sondaki boş odayı hüsnün üzerine kitlerler hüsnü içeride kalır. Olvido onunla konuşmaya başlar