Sadece Yılmaz,

Küçük bir kitap dükkanında rastladım sana. Az sayfalı bir kitapta adın yazıyordu. Yıllar sabırsızlığından hiçbir şey eksiltmemiş. Elime aldım seni, dükkanı gezerken bitirdim. Hızlıca biten güzel şeyler, bir şekilde seni hatırlatıyor bana. Bu durumu kendi kendine başardın bu sefer. Seni hatırlayınca evimin yolunu uzattım. Yol boyunca kaldırımları değil de anılarımızı eziyordum sanki. Bir vakit sonra boşuna uzattığımı fark ettim. Biz seninle yarıda kalan, romatizmalı sahil yürüyüşleri gibiydik. Anılar bitince kızgınlıklarım geldi aklıma. Keşke bu kadar yazmasaydın. O zaman yürüyerek bitiremeyeceğim anılarımız olurdu.


Seni suçlamayı çok oldu bırakalı. Uzun zamandır, duygularını salonun dışında bırakmış bir yargıç olarak yaklaşıyorum sana. Seni olduğun gibi kabul etmek, senden uzak olmayı gerektiriyordu. Çünkü belirli periyotlarla yanımda olmayı beceremiyordun. Son denk gelişimizde dostluğuna ihtiyacım vardı. İhtiyacım, senin sayfalarını dolduramazdı. İlk seferinde yaza yaza bitirmiştin beni. Son sefer de ben kelimelerini doyuramadım.


Hep zihninle bir yarış halinde buluyordum kendimi. Aşktan hep bir adım önde yaşıyordun. Konuşmadan seviyor, dokunmadan sevişiyordun. Yazdıkça heyecanını kaybettiğini o zaman görmüştüm. Kağıdın dışında olan hiçbir şey seni ilgilendirmiyordu. Kelimelerinle kurduğun dünyanın ilk yerleşik hayata geçişini ben tecrübe etmiştim. Keşke yazdığın gibi bir adam olabilseydin. Senin deyiminle ‘’post modern dünya’’nın buna ihtiyacı vardı. Eski zaman filozofları gibi sen de bir ‘’Sevmek Okulu’’ açardın. Ama hayatın boyunca kendi kelimelerinle çeliştin.


Nasıl biri olacağını ilk kez bana gösteriyordun farkında olmadan. Yüzünde körpe kıllar sıklaşınca çantandan kalemin ve defterin, kanından da alkolün eksik olmayacağını saklayamıyordun. Yaşından büyük fikirlerin vardı, olmaya da devam edecekti. Kaç yaşında olursan ol hep bir merdiven aşağıda olacaktın. Beni de bir şekilde bırakıp gidecektin. Bu yıllar sonrasının pişmanlığı olacaktı senin için. Hepsini görsem de sustum. Seninle geçecek kısıtlı zamanın tadını çıkardım. Çünkü tüm bunları yaşaman gerekiyordu. İnsanları suçlama. Mezarlıklar sana her zaman daha cazip gelmişti.


Olmadığın yerleri sevmeni anlıyorum. Ben ve niceleri değmiştir ruhuna. Hepsinin sonunda; caddeleri kalabalık, zamanı hızlı ve renkleri solgun kılan şeyin sen olduğu kanısına vardın. Bu yüzden daha güzel bir hayatın sensiz mümkün olduğuna inanıyorsun artık. Bilmeyi reddettiğin şeyse, tartışmalı bir yöntemle de olsa insanlara kattıkların. Senden sonra çok güzel yıllarım oldu. Bana güzeli sen öğrettin. O yüzden nasıl öğrettiğini umursamıyorum. Ruhunun tozunu al. Unutulan şeyler, hep gülümseten şeylerdir.


Bir başka bilmek istemediğin şey de insanların senin kadar düşünmediği. Sen; benim ve diğerlerinin hayatından geçip gittin, geçtiğin zamanda kaldın. Bizi zihninden tükürmen gerekiyor. Yapmayacağını biliyorum. Çünkü gece uykunu buruşturan bu hisse yaratıcılık diyorsun. O kadar zamandır böyle yaşıyorsun ki onunla var olduğunu sanıyorsun. Sıradanlık, korktuğun kadar sıkıcı bir şey değil. 


Annemler ilk eve çıktığımda heves edip hiç kullanmayacağım eşyaları odalara tıkıştırmıştı. Çaydanlık da o gereksizliklerden biriydi. Çay içmeyi sevmediğimi unutmuş olamazsın. Çaydanlık, gözlerimi demledi. Hep ileriye dönük senaryoların vardı. Evimize misafir gelmiş olurdu ve sen çay demlemeye kalkardın. Nedense çok seviyordun bu ihtimali. 


Bazı zamanlar sadece susardın yanımda. Sustuklarını anladığımı düşünmüşsün. Ben yalnızca susmayı biliyordum. Senin içine gömdüklerini hiçbir zaman anlamadım. Anlaşılmak istediğini de düşünmüyorum. Gri alanların bir çeşit ibadethaneydi senin için. Tek kişilik bir dinin her şeyiydin. Kimseye yerin yoktu.


Senin aksine İstanbul’u seviyorum. O kaosun içinde ufacık kalıp görünmez olmak çok daha güzel benim için. Mutsuz insanları görüp daha az mutsuzluğuma şükretmek... İnsanların acılarını ruhuma işlemiyorum. Nedensizce koşturmalarından hayıflandığın insanlardan biriyim. Ben de bütün toplu ulaşım araçlarına sonu gelmiş gibi koşuyorum. Seninleyken küçük, siyah hayatlara dokunmak gibi içimde kımıldayan bütün ideallerimden vazgeçtim. Katlettiğin cümlelerin nesneleri gibi ben de daha büyük evlerin ve lüks bir yaşamın hayalini kuruyorum. Tenime pahalı kumaşlar değsin, ayakları yere basan bir adam hayatıma eşlik etsin ve onunla her kıyası kazanacak bir ilişkim olsun. Anlayacağın yokluğumda kendince doldurduğun ruhum, kaçmak istediğin bir ütopyadan ibaret. 


Deli dolu hayallerini çocukluğuna verirdim. Hiç büyümediğini seziyorum. Birkaç karış havada geziyorsun. Hiçbir yere ait olamazken birine ait olmak istiyorsun. Kimse nereye düşeceğini bilmeden savrulan bir yaprağı tutmak istemez. Sık ve koyu saçlarına zemheri durduğunda geçmişine dönüp bakmaya yüzün olmayacak. 


Lafı her ne kadar uzatmış olsam da demek istediğim, seni okumak güzeldi. Ama yaşamak daha güzel olurdu.