şayza, sigarasından derin bir nefes çekti, dumanını yere doğru üfledi. başını kaldırırsa zahir ile karşılaşacak, çırılçıplak kalacaktı karşısında. bir damla yaş düştü gözlerinden evrene. utandı. kimse konuşmuyordu, sessizlik boğuyordu. zahir şayza’nın bu sessizliği karşısında öfkelendi. sakin bir ses tonuyla, “neyin var?“ diye sordu. şayza başını yere eğdi. anlatmak istemiyordu, kelimeler üst üste binip boğazını tıkadı. burnunu çekti ve; “bir şeyim yok.” diye cevap verdi. zahir aptal değildi, duyduğu cevap karşısında daha da çok öfkelendi. başını göğe kaldırıp sol ayağını yavaşça yere vurmaya başladı. şayza’nın bu sessizliğine daha fazla dayanamayan zahir, onun yanına oturdu ve, “bana bak, benden kaçamazsın.” dedi. şayza ruhuna giydiği elbisesini çıkarıp kan çanağına dönmüş gözlerini zahir’in simsiyah gözlerine sabitledi. dayanamadı, bir damla yaş daha akıttı gözlerinden, başını yere çevirdi. parmaklarını parçalamaya başladı. zahir, şayza’nın ellerini birbirinden ayırıp, “neden izin vermiyorsun?” diye sordu. biraz duraksadı  ve, “neye?” dedi. zahir öfkeyle, “yanında olmama, elini tutmama.” dedi. şayza biraz daha ağladı. “çırılçıplağım şu an karşında zahir, soyundum. ruhumu soydum. hiç işlenmemiş bir suç yüzünden suçluluk hissediyorum. doğduğum için suçluyum. ailemin istediği gibi bir evlat olamadığım için, eve her gün geç girdiğim için, babama hiç sarıl-“ kesik kesik nefes almaya başladı, hıçkırdı. birkaç saniye duraksadı, ardından çantasına uzanıp sigarasını aradı. elleri zangır zangır titrerken bulması zordu. tam pes edecekken zahir çantaya uzandı, sigara paketinden iki dal çıkarıp ikisini birden yaktı, birisini şayza’ya uzattı. o hep bunu yapardı. şayza sigarasından derin bir nefes çekti, dumanını göğe üfledi ve devam etti; “o kadar üzüldüm ki bugün anlatılanları duyunca, iyi bir baba tanıyınca… ölmeyi düşledim zahir. babam bana hiç sarılmadı, saçımı okşamadı. beni o öldürdü, mezarıma bile gelmedi. bunun eksikliğine üzüldüğüm için utanıyorum senden, en çok da kendimden.” gözyaşlarını sigarasıyla gizledi, bir hıçkırık daha firar etti boğazından. zahir yutkundu ve; “senden esirgenen hiçbir şey için suçluluk duyamazsın. sen bir suç işlemedin, doğmayı sen seçmedin. sen suçlu değilsin. hiçbir. şeyin. suçlusu. sen. değilsin!” şayza sigarasının son dumanını da içine çekip, taşın üstüne sertçe bastırdı, izmariti parmaklarının arasından yere bıraktı, iki eliyle yüzünü kapatıp ağlamaya başladı. hıçkıra hıçkıra. zahir aşık olduğu kadına baktı. çırılçıplaktı. çıplakken bile çok güzeldi. şayza’nın yüzüne kapanan ellerini iki avucunun arasına alıp öptü; “gözlerime bak. benim kendime yetemiyor olmam sana yetemeyeceğim anlamına gelmez. ben senden esirgenen ne varsa, sana vermedikleri ne 

varsa, hepsini vereceğim. sorumlusu olmadığın hiçbir şeyden utanmayacaksın. şimdi, sarıl bana.” şayza hafifçe gülümsedi ve kollarını zahir’in bedenine sardı. içlerindeki çocuklar sarıldı o gece o merdivende. zahir, şayza’nın saçlarını okşadı, geceyi içine hapsetti. o gece şayza, bin kere ölüp, son bir kez daha dirildi.