Kral oğluna bir görev verdi. Uzak diyarlardaki bir denizin derinliklerindeki inciyi çıkarması gerekiyordu. Hazırlıklarını tamamlamıştı. Artık yola koyulma vaktiydi ama korkuyordu. Çünkü bu yolculukta tek başına olacaktı. Dünyevi yaşantının zevklerine kendini o kadar kaptırmıştı ki yalnız olduğunun farkında bile değildi. Bu görev verilene kadar…


Konuşmaya ihtiyacı vardı. Küçüklüğünden beri sürekli ziyaret ettiği derme çatma bir kilise vardı. Kilisenin yaşlı bir papazı vardı. Atına atladı ve onunla konuşmak için küçük bir gezintiye çıktı. Kiliseye vardığında, güneş yeryüzündeki son ışıklarını çekmek üzereydi. Atını, kilisenin yanında bulunan yaşlı çınar ağacına bağladı. Kiliseden içeriye girdi. Papaz, onun geleceğini biliyordu. Onu kapısa karşıladı. Elinde çelikten bir kupa vardı. Ona uzattı. Kupanın içindeki sıvıdan bir yudum aldı. Papaz konuşmaya başladı.


-Yalnız gibi görünüyorsun. Değilsin. Şu anda bile senin elinden tutup sana yol gösteriyor. Senin göremeyeceğin bir yol… Eğer mutlu değilsen, bunu Tanrı’nın seni sevmemesi olarak algılama. Aksine bu Tanrı’nın seni sevdiğinin bir işaretidir. O sevgisini seni acılarından kurtararak değil, sana acılar vererek ve seni orada tutarak gösterir. Acı çekmek seni olduğundan daha yüksek şeylere bağlar, kendi isteğinden bile yüksek şeylere. Seni bu dünyadan alır ve arkasında yatan şeyleri bulmanı sağlar. Gönderdiği sorunlara sadece katlanmak zorunda değilizdir, onları birer lütuf olarak görmeliyiz. Kendimiz için istediğimiz mutluluktan bile daha değerli bir lütuf.

***


Seni arkamda bıraktım. Yanman için.