Hisler; kalpte kımıldayan düşüncelerin toplamı. 


Ki onlar; içimizi dolduran sevincin menbaı, aklımıza üflenen anlamdır.

Ki akıl, idrak edince değil hissedince görevini mükemmelen ifâ etmiş olur.


Şairin “taşların kalp atışlarını duyması” da bu aklın sayesindedir belki.


Her neyse; uzun bir süredir bir şeyler yazma düşüncesindeydim, ama bir türlü yazmak gelmedi içimden, eğer yazmayı düşünmek yerine onu hissetseydim, kaleme değil de mürekkebe sarılsaydım durum farklı olabilirdi.


Ama mesele yazmak değil maalesef,

mesele yazmayı dahi hatırdan silecek hislere sahip olmak ve yazmayı bir vazife olmaktan çıkarıp bir bilinç erişkinliği olarak kabul etmektir;

o, manâdan vareste birkaç kelime formunu bir arada tutmak değildir asla; bilakis o, farklı mecrâlarda akan ama aynı mana etrafında dönen kelimeleri birbirine tutturmaktır.

Yani kalbi düşündürmeye, aklı da  hissettirmeye sevk etmektir.


Hissedilmeyen hiçbir şey, varlık ve manâ âlemine yükselemez, “basılı kağıtlarda utanan bir mürekkebe” alet olmaktan öteye de geçememiş olur.


Hâl böyle iken bir manâya tutunmalı, eşyanın izafiyetinden ve hayâli gerçekliğinden sıyrılmalı, ondaki anlamı bulmalı.


Hayır! Nasihat etmiyorum.

Sadece hakikate perde olan tüm hayâlî gerçeklere karşı cephe alıyor, onların karşısında saf tutuyorum.


Bizi hakikatten ıratan tüm gerçeklerin karşısındayım; unutmamalı ki gerçeğe tutunan, hakikati kaybeder.