Hiçbir şeyin tadı, tuzu yoksa yaşıyorsan ama aşamıyorsan, yaşıyorsan ama coşamıyorsan, elbet olmuşsun sen de ‘kendi kendinin esiri’.
Hem sorarım sana; Hayat, dingin bir halde ilerleyen, yitirilmemiş bir vuslat mıdır?
Olur olmadık yerlerde dinlenmek midir?
Elin kolun bağlı olmasa da nereye doğru savrulacağını bilememek midir?
Bir vazgeçiş mi yoksa bir haykırış mıdır?
Veyahut hayat; vuslatın, gidip gelip durulmanın, bilinmedik yerlere savrulmanın, vazgeçişlerinin, haykırışlarının birer kılavuzu mudur?
Yoksa budalaca bir teselli mi, kendi içinde bir avuntu mudur?
Mantıklı mantıksızlıklar mı, bilinçli bilinçsizlikler mi ya da sonu gelmeyen düşüncelerin hep var olacak varlığı mıdır?
Yalan denilen bu dünyada doğruyu bulma arayışı mıdır?
Ya da olmayacak olan arzularına, isteklerine, hayal kırıklığına uğrayıp; sürükleniş kendi içerisinde bir yok oluş mudur?
Yoksa boşuna umut bağlamak mıdır ?
Sönmüş bir ateşten ısınmayı beklemek midir?
Varlığını yitirmiş bir yokluktan var oluş yaratmak mıdır?
İliklerine kadar sömürdüğün bir şeyin varlığına nasıl olur da sığınırsın, nasıl olur da sana zarar verecek sömürülmüş bir şeyden bir var oluş yaratırsın?
Ey insan, sen neyin peşindesin?
Modern Sisyphosu oynamaktan vazgeç demiyorum.
Ama kayayı daha dağın tepesine bile çıkaramadın, insanların haykırışları ağır bastı değil mi?
Sen insanların haykırışlarına bir deniz olamadın, güçsüzlüğün karşısında yenildin, savrulduğun yolların kurbanı oldun, pes ettin, hiç oldun, hiç oldun sevindin.
Dedin ki: buldum, kendimi buldum.
Sen bir hiçten mi ibaretsin ki, nasıl oldu da kendini buldun?
Avuntulara kandın, insanların doğrularının kurbanı oldun.
Ne acı, güç karşısında, güçsüzlüğü de güçlülük olarak benimsedin.
Bilinmezlik mi, bildiklerine anlamlar yükleyip, sıvışmak mıydı asıl amacın?
Kendi kabuğuna çekil, bak yine yargılanacaksın.
İnsanların doğrularına itaat et, sev, sevil, hor gör, görme, gör ya da görme, üz ya da üzme, ol ya da olma; sen insanların, elindeki bir kukladan ibaret olacaksın.
Onun için ol insanlarının seni üzen, inciten laflarına karşı bir deniz, onların lafları seni yakmasın, kavurmasın, sarsın seni, denizin boğmasın, boğulmayasın.
Öğren kendi içinde yüzmeyi, dalgalarına itaat etmeyi…
İnsan olmayacağını bilmiş, sonunu çoktan biçmiş, kabullenmeyi ise vuslatı olarak benimsemiş insan, sanmış ki tutunacak dalım umudum olsun umudum ile büyüyeyim, bu hiçlikten kurtulayım diye düşünmüş.
Düşünmüş düşünmüşte umudu aydınlık yolda giden bir karanlık olmuş,
Vuslat dediğim kavram onu aydınlığa giden yolda yakmış kavurmuş
Sevinmiş insan demiş ki karanlık yolda kendi ışığımı buldum önümü daha iyi göreyim diye yandım, kavruldum
Yanmış ,kavrulmuş ve umuda giden yolda bir hiç olmuş.
Okuduğum nadir güzel yazılardan.. 'Umut yolun kendisidir.' diyor Psikolog Beyhan Budak. Hayat biz planlar yaparken başımıza geliyor, hiç beklemediklerimiz önümüzde engel oluşturuyor sanarken ardından gelebilecek güzellikleri göremiyoruz. Kendimize körleştirilip dünyaya yabancılaştırılıyoruz daha âşina olmamız beklenirken. Belki bir gönüle dokunabilsek, birinin derdini giderebilsek bulacağız kendimizi..