Ah sevgilim,


Omurgamı çıplak bırakabilmek için, etimi kemiğimden sıyırıp kendimi bu kentin meydanına dikebilirim. Ama neye yarar? Neye yarar? Kaç zamandır artık, iddiasızlık gibi büyük bir iddiaya sahibim.


Bilmiyorsun sevgilim,


Kötülüğe uğramamış bir gül goncası muamelesi görmeye dahi bozulmayacak kadar olgunlaştım, bilmiyorsun. Sağ elimde tuttuğum kırık, pastel boyalarla renk katıyorum insanların boyadıkları duvarlara. Sol avucumun içinde sıkıştırıp durduğum kanlı yüreğe hiç kimse dikkat etmiyor. Ne önüme koyuyorum onu, ne de arkama saklıyorum. Çabasızım. Artık, görende yalnızca gördüğü kadar var olabileceğimi anlıyorum.


Yoksun sevgilim,


Hiç yoktun. Seni hem yaratmaktan imtina ettim, hem de ekseriyetle, türlü türlü bedenlerin içine koydum. Nefes alamadın sen de, çünkü sığmıyordun; taşıyordun. Ben de canla başla taşan yerlerine pembe pamuklarla tampon yapıyordum. Çocuktum, sevgilim. Çocukluğumda gördüğüm yetişkinlere benzemekten ödüm bin kere patladığı için, inatla büyümüyordum.


Lütfen gözlerimin içine bak.


Çünkü bu gece ilk defa bir yetişkin gibi soyunuyorum.


Allarının al olduğu yerdeyim, morlarının mor olduğu yerdeyim. Hiçbiriyle dövüşemeyeceğimi ben de, Turgut abi gibi defalarca söyledim. Her seferinde, hepsine iyi niyetle gülümsedim.


Benim de bir gizli bildiğim var sevgilim,


Ama çok gizlidir, söylemek istesem de söyleyemem. Elimi de eğsem, dilimi de büksem etrafından bile dolaşamam; dolaylı yoldan işaret bile edemem.


Bana anladığını söyle. Kahvenin renginin bendeki yeriyle sendeki yerinin aynı olduğunu söyle. Bıktığını, tükendiğini, düştüğünü, kırık bir bacakla nasıl yürüneceğini pek ala öğrendiğini, en şiddetli rüzgarlarda en ince kumaşlara tutunarak ve tırmanarak canın pahasına; en izbe yerlerdeki kulelerin en akıl almaz pencerelerinden içeri girdiğini..


Ellerini dikenlere saplaya saplaya, nereye çıkacağını bilmediğin dar tünellerden geçtiğini ve henüz inşaat aşamasındaki bir kata vardığını söyle bana.


Söyle ki, o zaman inanayım.


Başka türlü, zor.


Başka türlüsü artık çok zor.