Deliliğini, yani delilik dedikleri şeyini saklamayacaksın.


Korkarlarsa korksunlar.


Gülerlerse gülsünler.


Tepeden bakarlarsa, baksınlar.


Evet, gerçekten de öyle. Bu dünyaya dayanabilmek için ya ruhunu kaybedip sırf akıl olacaksın, ya aklını kaybedip sırf ruh olacaksın (yani kaçık, demiş Bukowski), ya da ikisini de kaybedip hoş görüleceksin.


3 sene, 30 sene ya da 300 sene boyunca ruhunu satmamaya direndin.


Öyleyse, deliliğine sağlık senin.


Odadaki fili dillendirdiğinde suratlarını büzüştürmelerine sağlık onların da.


Bir yol bulur ya da yeni bir yol açarsın belki, kim bilir? Bir gün batımına bakarsın rüyalarına giren bir ülkenin en ıssız kayalıklarında bir gün. Elinde en sevdiğin içecekle dolu bir kupa, ısınır avuçlarından geçen damarların içindeki kan da.


Soğuk dedikleri şeyin aynaya yansıyan nefeslerinin buğusu olduğunu anlamayacak olanlarla.. Zor, zor bu işler buralarda.


Bir deli parıltı düşer gözlerine, bir menekşe kokusu saçlarında. Birkaç adım daha yürürsün sonra kaybolur peşin sıra gelen kum tanesi adımların da.


Ama sürüdün, ruhunu da peşinden sürüdün.

Bazen süründün, bir tasmaya boyun eğmektense sessiz sedasız ölürdün.

Gurur da duymazdın bundan, herkesin normali kendine diye.


Bugün güldüklerinin yarın peşinden koşarlar.


Özgürleş.


Dönme geriye.