Saatlerin ya hızlı ilerlemesinden şikayetçiyiz ya da yavaş ilerlemesinden.


Havanın soğuğundan, sıcağından, neminden, nemsizliğinden.


Sokak köpeğine mama veren bir adamı işaret ediyorlar mesela: "Bak!" diyorlar, "Mamayı verir vermez nasıl da kafasını kaldırıp etrafına bakındı. Kesin ilgi çekmek için yapıyor! Samimiyetsiz, içten pazarlıklı, eksik akıllı.. Bir de öyle değilmiş gibi davranıyor.."


Hemen toplaşıyorlar bu fikir etrafında. Tuhaf bir haz duyuyorlar böyle şeyleri konuşmaktan. Yavaşça kanlarına karışan bir uyuşturucu gibi çenelerine vuruyor dedikodu etmekten, niyet okuyuculuğu üstlenmekten elde ettikleri o koyu, sıcak, yuvarlak ve bulaşıcı zevk alma hali.


İki, üç sene önce olsa lafa girerdin: "Ya etrafta besleyebileceği başka bir köpek daha olup olmadığını görebilmek için bakınıyorsa?" diye ya da "Belki bir arkadaşıyla buluşacaktı, üzülmeyecek misiniz ya arkadaşının gelip gelmediğini anlamaya çalışıyorsa?" diye. Artık girmiyorsun.


Bir, iki sene önce olsa sorardın: "İlgi çekmek için beslese dahi karnı doymuyor mu köpeğin?" diye, artık sormuyorsun. Zaten kime kimle empati kurmanın daha faydalı olacağını öğretmeye çalışacak seviyede bir had sahibi de değilsin.


Bunları istemiyorlar hem.


İçlerindeki şeytanlar dikkatlerini çekmiyor, ortalarına aldıkları yabancı bir şeytanı hep beraber taşlamak dururken.


Sen var, kendi içindeki şeytana dön yine.


Dinleyecek başka kimse de yok zaten.