Bazen başlamak gerçekten zor oluyor. Aslında başladığı zamanı fark ediyorum. Evet bunu anlatmalıyım dediğim konu zihnimden bir otobüsün duraktan kaçması gibi kaçıp gidiyor. Tabi ben kaçan her otobüsü, tıpkı her fırsatta olduğu gibi arkasından bir sigara içerek seyrettiğim için bunu da seyrediyorum. Ne de olsa bir tane daha gelecek diye umuyorum. Acaba bu da bir kadere yön veriş değil mi? Bir zamana geç kalmak bir otobüsü ya da bir fikri kaçırmakla da mümkün. Ya da son anda yakalanan o otobüs, evden çıkarken aklına düşen açık kalmış antre lambasını söndürmek... Bunların hepsi bir zamanı ıskalamakla bir zamanı yakalamak gibi değil mi? Anda olmak ya da ansız. Şimdi bu satırlarda, tıpkı sabah yolculuk halindeyken okuduğum kitapta aklımda belirip oysa şuan kayıplara karışan düşüncelerin bir ürünü olsa gerek. Bu son cümle ile bir şeyi daha fark ediyorum. Bir toplu taşımada, koltuğu ve aracı paylaştığın kimseleri tenzih etmeden, okuduğun satırların içinde gözünün kat ettiği mesafeyi göz ardı etmeden dahi çok fazla anın içinde bölünebiliyor insan. Peki meziyet bunca kalabalığın farkında olmak mı yoksa tüm bunları bir kenara bırakıp sadece bir anın tadını çıkarmak mı? Dostoyevski der ki: "Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık." Ümidim, sizin bunları okuyup bu kervana dahil olmamanız. Çok geç diyorsanız, bir sigara yakın muhtemelen otobüsü kaçırdınız.