Yolda yürürken ya da bir yerde oturup soluklanırken zihnimde berrak bir şekilde oluşan düşünceler çok hoşuma gidiyor. Genelde böylesi anlar farklı bir kavrayış ve algılayışı gözümün önüne seriyor. Ben o an onu kalemle yazıya dökerek o resmi tuvale taşımak istiyorum. Bir fotoğraf makinesinin denklanşorüne basılıp manzaranın yakalanması gibi. Oysa yazmak böylesi zamanlarda mümkün olmuyor. Nasıl ki bir fotoğraf karesi o an yakalanmadıysa bir kaç saniye sonra aynı ahenk ve ritmi taşımıyorsa bir fikrin, düşüncenin zihinden akıp gitmesi de o denli anlık bir durum oluyor. İlk bir kaç cümleyi kaleme aldın belki. Fakat gerisinin gelmediği ya da hızla gittiğinden kaçırmış oluyorsun. İçinde bir yerlere bir şeylerin temas ettiğinin farkındalığı ile oradan başka bir tarafa doğru devam ediyorsun. Güzel bir manzarayı temaşa etmek gibi. Bir kaç dakikanın sana verdiği huzuru tarif ve ifade etmen mümkün değilken içinde bir yerlerde onun coşkuyla yaşandığını hissediyor olman bambaşka. Biz genelde hayatı hissedemiyoruz. Yüzümüze değen esintiyi, kulağımızda cıvıldayan kuşun sesini. Bunların önüne geçmiş onca telaşımız var ki hayatın farkında olmadan içinden geçiyoruz. Oysa bazen karanlıkta yürümek bile ne kadar ürkütücü olabiliyor. Bir ömrün ortasından geçiyoruz ama kendimizi sığdırdığımız hiç bir yer yok. Ölümü beklemek sığacak bir mezarımızın olmasından cazip geliyor olsa gerek. (Selam size Sığınamayanlar)