Küçükken günlüklerimi hep annem alırdı. Ve mutlaka beni uyarırdı: "Tarih ve saat atmayı unutma". Oysaki pek hoşlanmadım ben bundan. Yaşadığım kötü anların tarihini ve saatini hatırlayıp ne yapacaktım ki? Saçma gelirdi bana. Sonraları anladım ki sadece anıları hatırlamak için değil, canımı yakan insanları unutmamak için tarih ve saat atmam lazımmış. O yüzden şimdi tarih atıyorum başlığa.


Ne kadar çabalarsam çabalayayım yaralı ruhumu iyileştiremiyorum. Ne yaparsam yapayım kendimi affedemiyorum. Kendini affedemeyen bir insan başka bir insanı affedebilir mi? Bugün her şeyden çok sevdiğim insan bana hiç duymak istemeyeceğim bir cümle söyledi. Ve o cümlenin acısı boğazımda düğüm olup keskin bir cam misali kalbimin ortasına oturdu. "Sevgi her şeyi iyileştirmiyor demek ki" dedim ona. Ne yazık ki ben sevgiyle iyileşemiyorum. Daha önce sevilmediğimden olsa gerek. "Buna kırılabilirsin hatta üzülebilirsin, asla karşılaştırma yapmıyorum ama biz S...'la ile beraberken o antidepresan kullanmayı bıraktı". Bana söylediği cümle buydu. Karşılaştırma yapmak değildi amacı belki ya da beni kırmak değildi. Lakin paramparça olmaya çok müsait olan kalbim üzerine düşen görevi layığı ile yaptı ve binlerce parçaya ayrıldı. Dönüp "demek ki onu daha çok sevdin" demek istedim. Dilim lal oldu konuşamadım. Ben zaten öyle çok konuşarak derdini anlatabilen biri olmadım hiç. Çok isterdim konuşayım, anlatayım, anlaşılayım. Olmadı işte. Böyle geldi böyle gidiyor. Yazamıyorum da pek bu aralar. Kelimeler bana yardımcı olmuyor. Oysaki ben her hissettiği duyguyu satırlara döken biriydim. Ne yazıktır ki artık satırlar bile arkadaşım değil...