Ne tuhaf tarihi yazarken aylardan nisan olduğu bilincine varıyorum. Halbuki nisan ne kadar güzel bir ay, insan en azından nisanda soluklanır, kafasını kaldırıp şöyle bir baharı fark eder değil mi? Bugün 10 nisan,10 gündür nisanı yaşamamışım, 10 gündür yokmuşum, pat diye 10'una düşmüşüm gibi sanki nisanın. Daha bugün arabada gelirken fark ettim bozkır alabildiğine yeşillenmiş, kıtlık var gibi her yere buğday ekilmiş. Yeryüzünün yeşilliği dağların çıplaklığına meydan okuyor gibiydi. Dağlarsa ben İç Anadolu'yum, çıplaklığıma bakıp söylenme, sadece gör heybetimi, ben göremediklerinde varım diye bağırıyordu bi taraftan. Yeryüzü konuşsa ne söylerdi sahi? Kafamın içinden değil, sahiden duymak isterdim hepsini. Örneğin; bir papatyanın yanından fütursuzca geçerken alınıyor mudur ona bakıp mest olmadığımız için? Kuşların dans gösterisi kim için? Kafasını bile kaldırmayanlar için bu şov biraz fazla değil mi? Ağaçlara ne oluyor fısır fısır her rüzgarda? Karıncaların bunca telaşı ne için? Onları izlerken bile yoruluyorum, yahu şöyle bir otur hele soluklan diye yolunu keseceğim bir gün birinin. Solucanlar, bu gezegenin en mühim ameleleri, kıymetlerini bilmiyor oluşumuza rağmen ne kadar da işlerine odaklılar, yaptıkları işi her şeyin ötesinde görüyorlar, inanılmaz. Takdir beklemiyorlar, bizim onları görüp görmememiz umurlarında bile değil. Doğa, içindekilerle bahar şenlikleri yapıyor belki de bense bir kısmının nasıl geçtiğini anlamadığım bir baharın içinde buluyorum kendimi. Ömür dediğimiz şey de böyle pat diye, dışarıda değişen mevsimlerden haberimiz olmadan geçer mi yoksa? Yok canım! Geçer geçer! Yok canım! Ömür, fark edemeyişlerinle geçiyor, zamanın bir suçu yok esasen.