İnsan yalnız kalmayı istemez. Yaşamının her anını tüm samimiyet ve içtenliği ile paylaşacak birilerini arar durur. Birini sevmek, aşık olmak gibi. Oysa başlangıçta tüm bu ilişkiler masal gibidir. Her şey gözüne güzel görünür. Sınırlı olan vaktinin ne kadarını değer verdiği insanla geçirirse o kadar artar mutluluğu. bu öyle bir hal alır ki kişi kendinden dahi vazgeçmiş olur. Tüm yaşamını hasretini çektiği yalnızlıktan kurtulma anındaki kişiye adamaya başlar. Akıl ve mantık devre dışı kalır, duygular h nirvanadadır. Oysa bu durum yaşamın olağan akışına aykırıdır. Bu durumun içindeyseniz onu fark edemezsiniz. Bir kırılma olur. Taraflardan biri rahatsızlık hissetmeye başlar ama bunu dile getirip problemi çözmeye çoğu zaman yeltenmez. Daha ziyadesiyle bu sağlıksız duruma keskin bir tepki verir. Birden o hülyalı anlar yerini sessizlik ve ilgisizliğe bırakır. Sebepsizce bir kopuş gerçekleşir. Yalnız mı kaldık yoksa bir mola mı verdik belli değildir. Bir tarafta yarım kalan dolu dizgin duygular diğer tarafta mantıklı olarak değerlendirildiğinde sıkışmış, yaşanması güçleşmiş bir hayat. Beyin hayatta kalmaya programlı bir organ olduğu için nefes alacağı alana dönmek ister. Ama duygunun yoğunluğunu ve şokunu atlatamayan taraf -ki bu genelde terk edildiğini idrak edememiş olandır- bu olanları anlamlandıramaz. Muhatabı ile iletişime devam etmek ister. Bir problem varsa bu iletişim ile çözülmeli ve birlikte sağlıklı bir iletişim olmalı diye düşünür. Oysa bunun için çok geçtir. Çünkü tamamen samimi ve içten olmaya çalışmak ikili ilişkilerde tarafların ikisi için dengede olan bir durum değildir. İnsan duygunun yoğunluğunu yaşarken bazı şeyleri göremez. Zihin bazı oyunlara ve heyecanlara açtır. Her şeyin ortaya serilmesi heyecanı kaçırır. Biri gizemli ve kaçan olurken diğeri kovalayan ve fetih etmeye çalışan olmalıdır. Maalesef ki kural böyle. Her şeyi bilerek bu oyunu oynamamayı istersen şayet daha baştan kaybedeceğini söyleyebilirim. Ama bu durum uzun bir sessizlik halidir. Dönüş ihtimali her daim vardır. Bu yıkım olduğunda taraflar kendi normallerine döner ve duygularını mantıklı olana karşı dizginlerler. Kendilerine zaman ayırıp nasıl kör kaldıklarını fark ederler. Genelde bu farkındalık kişinin kendini bulunduğu noktadan daha üst düzeye çıkarır. İlk anda terk eden daha rahat bir durumdayken terk edilen biraz fazlaca bocalamaktadır. Oysa mücadelesinin tek başına olmayacağını, karşı tarafında bir şeyleri düzeltmek için bir şeyler yapması gerektiğini ve bunun olmadığını fark ettiği anda bir aydınlanma yaşar. Yalnızken yapmaya aşina olduğu keyif aldığı eylemleri duyguların esaretinden kurtularak yeniden yapmaya başlar. Bu ona birlikteliği esnasındaki körlük durumunu gösterir. Sonrasında kendine iyi gelen ama ihmal ettiği düzenini ve planlarını tekrar gerçekleştirmeye başlar. Belki bu durumu sosyal mecralarda paylaştığında diğer tarafı dürtüyor gibi algıya sebep olabilir. Oysa zevk aldığı şey onu paylaşmaktır. Ama nispet en sevdiğimiz şeydir. Hemen bende buradayım yıkılmadım, senin yokluğunda benimde hayatım güzel mesajı gözümüzün önüne serilir. Burada yapılması gereken sakin kalıp kendi değerlerimizi ve planlarımızı yapmaya devam etmektir. Bizim gelişimimiz ve bunun gün yüzüne çıkışı bize bir dönüş sağlanmasına vesile olacaktır. Tabi bu noktada yalnızlığımızın gücü ve ilk durumdaki kırgınlığımız hemen gözümüzün önüne serilecektir. İşte tamda bu noktadan sonra devam eden bir ilişkimiz varsa orada sağlıklı bir ilişkiden ziyade kaliteli bir tiyatro oyununa başlamış olacağız. Ya da daha kötü olanı kendimizi tamamen içimize kapatıp güvensiz ve samimiyetsiz bir hayat sürerek yaşama devam edeceğiz. Umut her fırsatta bizi dürtmeye devam etse de artık nasıl bir döngü olacağını bildiğimiz bir tecrübe ile yaşamı sürdüreceğiz. Ve böylesi bir kısır döngüde bu denli fazla bir farkındalıkla yaşamaya çalışmak içimizi her daim huzursuz etmeye devam edecek.