Yine sabah oldu. Hiç olmamasını dilediğim sabahlar. Yatağımdan zor bela doğruluyorum. İrlanda çaydanlığının buharı ötüyor. Bu ses hemen hoşuma gidiyor. Bir hız doğrulup yatağımdan kalkıyorum. Ev halkı çoktan uyanmış, oturmuşlar sofraya. Hepsine sıkı bir selam veriyorum, böyle en içteninden. Hepsi sıcak, bir o kadar soğuk. Babam elinde bir gazete gündemi okuyor. Gazetede tarih hemen gözüme ilişiyor. 11 eylül! ''Adliye'de slogan atan 150 işçi gözaltına alındı. Maden-İş Sendikası ile Devrimci Maden-İş Sendikası arasında toplu sözleşme yetkisi konusunda çıkan anlaşmazlıkla ilgili duruşma sırasında bazı işçiler...'' Gözüme ilişen kısım bir anda geçip gidiyor önümden, daha fazlasını göremiyorum. Ama bu bile sinirimi bozmaya yeter. Sadece çay içiyorum, ah şimdi ne özlem çekiyorum şu bir yudum çaya! Annemin alnından öpüp evdekilere veda ediyorum. Askılığın yanına gidip eskimiş parkamı üzerime geçiriyor, babamın sigara paketinden bir tane araklıyorum. Onu da cebime atıp kendimi sokağa atıyorum. Karşımdaki kahve çoktan açmış kepenkleri. Yanına geçiyorum. ''Günaydın Halil amca, nasılsın iyi misin?'' Soğuk bir selam veriyor bana. Hemen anlıyorum, bizi pek sevmezler burada. Parkamın yakalarını dikleştirip sokakların arasında yürümeye koyuluyorum. Bu sefer kasap Hayrettin abiyi görüyorum. Geçiyorum yanına, belki bir iki yudum çay içer, siyaset tartışırız umuduyla. Aynı soğukluk, aynı uzaklık onda da var. Hemen ayrılıyorum yanından. Memleketin insanları yıldızlar kadar uzak bize. Şimdi düşünüyorum da, bizler en başından beri düşmanmışız halka!


Üst mahalleye geçmiyorum, istesem de geçemem ya zaten. Bir köşeye sinip top oynayan mahallenin çocuklarını izliyorum. Bir yandan ağzımda bir mırıltı.


Gönlüme bir ateş düştü yanar ha yanar yanar

Ümit gönlümün ekmeği umar ha umar umar

Elleri ak yumuk yumuk, ojeli tırnakları

Nerelere gizlesin şu avucum nasırları

Otomobili tamire geldi dün bizim tamirhaneye

Görür görmez vurularak başladım ben sevmeye

Ayağında uzun etek, dalga dalga saçları


Sonra aklıma geliyor, yakıyorum bir dal sigarayı. O sırada yoldaşım Arif geliyor. Sarılıyoruz sımsıkı. Şimdi ayrı düştük ya! O da kendine bir dal yakıyor. Başlıyoruz konuşmaya. Sabah gazetede okuduğum haberi söylüyorum. ''Bilmez miyim,'' diye söze başlıyor. ''Tutuklananlar arasında bizimkiler de var. Hiç acımamışlar vallahi. Hepsini tutuklamışlar. Suç bizde kardeşim! Biz ülkenin işçisine sahip çıkıyoruz diye oluyor bunlar. Sabah pastaneye uğradım. Harun abi yüzüme bakmadı. Fakat bilmiyor, biz işçinin önündeki görünmez kalkanız. Ah ah! Bir bilseler, hepsi kul köpek olurlar ama nerede!'' diye içerleniyor yine. Haksız sayılmazlar, sabah benim de başıma geldi tüm bunlar.


''Bizimkiler nerede?'' diye soruyorum. ''Taksimdeler'' diye cevaplıyor. Siz taksimi bilir misiniz dostlar? Meydanın etrafında turlayarak simit yemeyi ne kadar özledim bir bilseniz! Şimdi hepsi yabancı, hepsi uzak.


''Biz de kalkıp gidelim.'' diyorum. ''Olur'' diyor, sigaraları ayağımızla söndürüp gidiyoruz meydana. Bizimkiler solcuların ağırlıklı olduğu bir yerde oturmuşlar, iskambil oynuyorlar. Geçiyoruz yanlarına. Buranın esnafı daha yakın, daha içten. Bize çay getiriyor, sabah çok içememiştim kursağımda kaldı. Sonunda yer boşalıyor, ben giriyorum oyuna. Sohbet epey bir ilerlemiş. Biri panik içinde elindeki pozu gösterirken ''Bugün bir şeyler olacak, sokaklar sessiz.'' diyor. ''Vesvese bunlar Harun, vesvese…'' diye geçiştiriyoruz. Harun’un parkası hepimizden güzel. ''Ben kalkıyorum'' diyor Harun. ''Dur oyun bitseydi.''

''Amcam adliyede, slogan atarken tutuklandı. Bir yanına uğrayayım, gösterirlerse eğer.'' diyor. Biz de tutmuyoruz onu. İskambil pek sıktı, yerine okey takımını getir esnaf abi!


Geliyor okey takımları, başlıyoruz okeye. İçimize kuruntu düşürdü şerefsiz herif, şimdi düşün dur! Küçük sinek ama mide bulandırıyor. Aramızdan en küçüğü -daha on beşinde- ''Abi ben de kalkayım, zaten okulu ektim bir öğrense bizimkiler yakar vallahi!'' diyor ve hışımla kalkıp gidiyor. Koskocaman kafede kaldık on kişi. Hepimiz teker teker gidiyoruz. Okey de sarmıyor, bırakıyoruz. Ben daha üçüncü çayımdayım.


''Ahmet’in yaptığını duydunuz mu?'' diyor aramızdan birisi. Şimdi sesi ne kadar uzak, ne kadar yabancı! ''Ne yapmış Ahmet?'' diyorum. ''Ne yapmamış ki! Sabah sağcıların sokağında bir yere uğramış. Karşısına geçmişler tabii. Saat sabahın altısı. 'Ne işin var lan burada?' demişler. Ses çıkartmamış, iyi bir dövmüşler. En sonunda dayanamamış çekmiş vurmuş birini. Şimdi güvenilir bir evde saklanıyor. Aman sakın çıkmasın aramızdan.''


''Onlar ne yapmış peki?'' diyorum. Ses yok, anlıyorum karşılığı gelecek. ''Bu gece hazırlıklı olun.''


Kahveci yanımıza geliyor. Tanınır bir sima ama ismini bilmem. ''Ne yaptınız gençler?'' diyor. Epey ilgileniyor bizimle, sonra çekiyor oturuyor yanımıza. ''Aramız da kalsın,'' diye söze başlıyor. ''Bakın bende yalan söz olmaz. Ben hep sizin düşüncenizdeyim. Öyle sizi hadi Moskova’ya diyerek kışkırtacak değilim. Bu ülkenin işçisinin yanındasınız, iyi güzel ama nereye kadar?'' Anlıyoruz herifin bir planı var. Dinliyoruz, konuşuyor da konuşuyor.

Bana dönüyor. ''İsmin ne genç?''

''Deniz'' diyorum.

''Deniz, gel benimle delikanlı,'' diyor ve kahvehanenin arkasındaki odaya geçiyoruz. Sıkıştırıyor elime bir tabanca. ''Genç adamsın, yanında dursun. Aralarında tek sağlam sen gözüküyorsun. Hadi bakalım yoldaş…'' diyor, göz kırpıyor. İlk başta eline ilk defa silah alan ben bir şaşkınlıkla donup kalıyorum. ''Benim silahla ne işim olur abi?'' diyorum. ''Olsun,'' diyor. ''Yanında kalsın.'' Pek üsteleyince karşı çıkmıyorum. Silahı belime koyup, parkamla gizliyorum. Kahvedekilere selam verip çıkıyorum. Taksim meydanında dolaşıyorum. Bir simit alıyorum, sabah kahvaltı yapmamıştım ya… Şimdi pek ağır geldim kendime, belimdeki silah yüzündendir. O sırada oturuyorum bir banka, bakkaldan alıyorum bir gazete. Başlıyorum sabah yarım bıraktığım haberlere.


11 Eylül 1980. Mersin'de sinema bilet kuyruğunda bekleyenlere ateş açıldı, 4 kişi öldü.


Mersin benim memleketimdir. Hemen içerleniyorum. Ne istediniz bilet kuyruğunda bekleyen masum insanlardan! Sonra devamı geliyor zaten. Eskişehir’de kahve taranmış. Belki Harun haklıdır. İşler artık büyümüştür diyorum kendi kendime. Sinirim bozuluyor, gazeteyi katlayıp banka bırakıp mahalleye geçiyorum. Üniversiteli gençleri izliyorum. Ah babam okutsaydı, ben de aralarına katılsaydım! Neyse ne, iş işten geçti.


Şimdi hava karardı. Eve geçiyorum, parkamı asıyorum yerine. Hemen odama geçiyor, bir kaset takıyorum. Ahmet Kaya’nın bir parçası. Bir hoşnut oluyorum dinlerken, bir bilseniz. Babam giriyor kapıdan. ''Lan şerefsiz, sen mi arakladın sigarayı?'' diyor. ''Yok baba'' diyorum ama inanmıyor. ''On yedi yaşındasın leş gibi sigara kokuyorsun! Ben senin yaşındayken çocuk sahibiydim, utan!'' Kalkıyorum ayağa bir sinirle. Elim bir anlık belime gidiyor, titriyorum. ''Ben gidiyorum, hadi eyvallah!'' deyip çıkıp gidiyorum evden. Annem arkamdan sesleniyor ama iş işten geçti artık. Bıyığımla oynaya oynaya tek tek kapanan esnafları izliyorum. Pek sıkıyorlar beni, henüz kapanmamış kahvehaneye geçiyorum. ''Abi hiç üsteleme, biraz durup gideceğim.'' diyorum. Bir şeycikler demiyor. Moralim epey bozuk tabii. Saatler böylece akıp geçiyor, kahvehane kapanıyor ben de boş boş yürümeye koyuluyorum. Saat üç buçuk. Ayaz çöktü. Parkamı dikleştiriyorum, fermuarını çekiyorum. Sağcıların sokağı hemen bitişiğimde. Şeytan diyor ki gir harca hepsini. Ne bu cesaret değil mi? Hepsi belimdeki silahıma bakar. Neyse ne! Boş boş dolaşmaya devam ederken. Yoldaş kardeşim geliyor. ''Kaç Deniz! Geliyorlar!'' diyor, bir yandan koşarken. ''Kimler!'' diyorum. Çıkartıyorum silahı, epey şaşkın bakıyor bana. Silaha da bir o kadar şaşkın bakıyor. ''Yukarıdaki sabah vurulan sağcının arkadaşları, aklın varsa kaç. Hepsi dolu, ne sandın tek sen mi dolusun!'' diyor. Koşmaya başlıyoruz. O anda hayatımı mahveden an gerçekleşiyor. Yeşil üniformalı askerler iniyor araçtan. Silah elimde, tutulup kalıyorum öylece. Çekiyorlar silahı ''Dur! Yoksa vururum!'' Hemen durup diz çöküyorum. Takıyorlar bileklerime kelepçeler. Hani güzel günler görecektik Edip abi? O sırada herkes camlara çıkmış olanları izliyor. Bir ses yükseliyor. ''Oğlum!'' diye. Arkamı dönüyorum babam koşuyor. Asker çekmiş silahı nişan alıyor. ''Dur yoksa vururum!'' diyor yine kükreyerek. ''Dur baba, gelme!'' diyorum, durmuyor. Bir silah sesi, bir uğultu. Yere düşüyor cansız bedeni. 12 Eylül sabahı babamı kaybediyorum böylece.


Şimdi mahpuslardayım. Hep aynı şarkı çalıyor burada. Demir kapılarda coplar var. Ben hücredeyim, yine akıllı durmadım attılar beni. Bir yorgan buluyorum kendime. Geçiriyorum tavandaki askılıktan. Doluyorum boğazıma, çıkıyorum yüksek bir yere. Güzel günler göremedik Edip abi! Ben gidiyorum, artık gitme vakti. Deniz için bu diyar bu kadar işte. Çekiyorum altımdan sehpayı!


Not: 12 Eylül sabahını bir gencin normal bir günüymüş gibi görmenizi istedim. Umarım başarmışımdır.