Sevmek mi güzeldi yoksa sevişmek mi? Bazı sorular cevapsız da kalabilmeli, değil mi? Öznel yargılarla katletmemeli bazen güzellikleri. Taciz etmemeli başkalarının konfor alanlarına. Şiir gibi yaşayan ruhlara, şair gibi cesur ve bazen patavatsız. Her şey hakkında yazabilmekten başlar malum, istediğin kaderi yazabilmek ve gönlünce yaşayabilmek. Başka insanların güvenli hissettiği sınırlara girmek Fatih Sultan Mehmet gibi. O saatten sonra bir işgalci misindir; yoksa fatih mi?
Duvarlarla örülü insanlar çok sıkıcı geliyor artık. Kendime benzetiyorum hepsini. Kendimden de sıkıldım ya belli bir yerde; her gün aynı kafa, aynı omuzlar üzerinde gezmekte. Hepsinin binbir türlü sıkıntısı, sorunu var geçmişte veyahut şu an içerisinde. Hepsini anlıyorum fakat içimden gelmiyor geçmişime bakmak. Zaten binbir nasihatle geleni ben de dinlemezdim. Her nasihat aynı, aynı her gün ve her insan. Boğucu bir sıradanlık ve rutin. Daha başka limanlar isterdim, keşfetmek ve belki oradan açılmak yeni sulara. Derinmiş, sığmış farketmez. Macera benim maceram olsun. Bencilce görünüyor biliyorum lakin benim maceram gibi görünen her hikayede hep başkalarını başrol ettim sebepsizce. Bu maceralar, başkalarının maceralarına bir nevi katalizördü. Kenardan bir yerden seyretmek hep hoşuma gidiyordu onları. Gözlerindeki parıltılar, hayattan zevk alış biçimleri. Kendilerine has her özelliklerini gözlemlemek haz veriyordu bana. Her gün aynı güneş doğsa da o gün doğan güneş bir daha aynı şekilde doğamazdı. O an içerisinde ne bir daha ben aynı duyguları hissedebilirdim, ne de aynı tarihte o ufku niteleyen detaylar bir arada olabilirdi. Sadece o an.