Uğur, ailesini o büyük depremde kaybettiğinde 11 yaşındaydı. Başlarda, önceden her gün gitmek için can attığı dayısının evinde bile rahat edemedi. Uğur biraz büyüyünce hâlâ taze olan acısına alışmaya başladı. Ardından biraz daha büyüdü, ergen oldu. Yeni hayatını kabulleniyor ama dayısından önceki hayatından da bir dolu özlem koparıyordu. Uykudan önce düşündükleri ağlamasına sebep oluyordu. Bir süre sonra, uyandığında bir sonraki güne uyanmamayı dilemeye başladı. Yarına uyanmak yerine depremden öncesine uyanabilse ne de güzel olurdu onun için. O günü değiştiremese bile anne babasına son kez, daha önce hiç olmadığı kadar sıkı sarılır ya da onların arasında uyur ve tıpkı onlar gibi bir daha hiç uyanmazdı.

Uğur biraz daha büyüdü. Lise aşkı mı yoksa aradan geçen zaman mı yükünü hafifletmişti bilmiyordu. Biraz daha büyüdü ve artık genç oldu. Hala sık sık, uyandığı sabahın yarın değil de geçmiş olmasını düşlüyordu. Bazen depremden öncesine, bazen bilincinin dahi yaratılmadığı günlere, bazen eski aşklarını kaybetmediği bazen de hatalarını düzelttiği günlere uyanmayı düşlüyordu.

Uğur biraz daha büyüdü. Üniversiteli bir genç olarak aklı birçok şeyle meşguldü. Uyanmayı istediği birçok gün vardı. Bunlardan hiçbiri yarın değildi. Kendi geçmişine kendi isteğiyle verdiği kalkan öylesine sert, öylesine güçlüydü ki elindeki kılıç kalkana işlemiyordu bile. Geçmişiyle tutuştuğu bu amansız savaş onun benliğine komutan olmuştu.

Uğur biraz daha büyüdü. İşsiz bir yetişkindi artık. Deneyimleri, ona bulunduğu yeri hiç hak etmediğini haykırıyordu. Zamanı, yaratanı, yaratılanı suçlamayı nihayete erdirmişti. Kazanması yıllarını almış bu zor galibiyete rağmen, yarına uyanmamayı düşlemek onun tek arzusu; tek mutluluğu, mutlak sığınağıydı. Düşlerine kavuştuğu anda, sahibi işten eve dönmüş köpek gibi heyecan dolu oluyor, kalbi bu heyecan yüklü kuyruk gibi durmadan sallanıyordu. Düşlerinde tercih değişikliğine gitmiş, artık yalnızca büyük bir sanatçı olmayı düşlüyordu. Bazen ilkokula gidip özel dersler alıyor, bazen lisede bir grup kurup serüvenlere atılıyor; bazen bir sınıfta, bazen bahçede, bazen Mars'ta konserler veriyor, şarkılar söylüyordu. Ve maazallah biri düşlerini bölecek olsa bir anlık öfkesinden çıldırıyor sonraki saatler huysuz biri olarak kalıyordu.

Uğur biraz daha büyüdü. Arş ayaklarının altında, koca bir sanatçıydı artık. Düşleri ve düşlemeye cesaret edemedikleri onun yaşantısıydı artık. Dünlerle savaşı bitmiş; galip kim, mağlup ne, umursamıyordu bile artık. Yarına uyanmayı çok sevmişti.

Uğur biraz daha büyümeyi beklerken çok küçüldü. Senelerce düşlediği, güçlü bir kesinlikle imkansız olan olay onun başına gelmişti. Bugün 10 yaşındaydı Uğur. Favori düşlerinde olduğu gibi, tüm deneyimi, becerileri belleğinde, gerektiğinde kullanıma hazır halde istiflenmişti. 10 yaşına uyanan 42 yaşında bir Uğur! Yapabileceklerinin, başarabileceklerinin sınırı yoktu. Mutluluktan yerlerde yuvarlanmasını bekledim. Ne de olsa çocuktu artık. Ben dahi heyecanımdan bir sağa bir sola sıçrarken Uğur kaybolmuş gibi etrafına bakınıyordu. Yüzü dondu, kalbinin tüm sargıları çözülüp yara bereyle kaplandı. Neden böyle oldu? Havadaki kasvetten ağlayacaktım. Uğur'un senelerdir kurduğu düşü gerçekle bir etmek için verdiğim bu uğraş, feda ettiğim onca şey...

Uğur durdu. Düne uyandığı günden depremin gerçekleştiği güne kadar bir kez bile mutlu olmadı. Deprem'in ertesi, tüm gazeteler, haberler, televizyonlar, radyolar Uğur'u konuştu. Anne, baba ve Uğur birbirine sımsıkı sarılmış şekilde ölü bulundu. Ve şimdi ben her gece uyumadan, Uğur için savaşmaya karar verdiğim güne uyanabilmeyi düşlüyorum.