Sevgili Dost,

Sana, havanın boğuk bir ikindi akşamında denizin yüzüne püfür püfür estiği bir vapur yolculuğundan yazıyorum.

Sana şu ikindi akşamlarından bahsetmek istiyorum. İnsanların yavaş yavaş iş çıkışından doğru sokaklara istila ettiğini fark ediyorum. Bu olay her gün devam ediyor. Zira hafta sonu tatil olarak evde yapılıyor ama bu sefer de gezmek için dışarı çıkıyorlar. İnsanlar, binbir çeşit insanlar sevgili dost. Ayrı ayrı hayat hikayesi demek bu. Bir sürü insan acısı demek. Onlarca hikaye. Zira ben, yolda yürürken pek önüme bakmam. İnsanların yüzüne bakarım. Onların mimiklerine... Birisi gözlüğünü çekiyor burun kemiğine doğru. Birisi kulaklığıyla hararetli bir konuşma yapıyor. Diğeri bebek arabasını kaldırıma çıkartmaya uğraşıyor. Diğeri elini kız arkadaşının omzuna atıyor. Öbürü kesintisiz konuşuyor yanındaki arkadaşıyla. Okulun sıkıcı derslerinden, ödev veren hocalardan ve dahası okulun bir üniversite havasında olmayışından yakınıyor. Öbürkü geçen gün oynanan Rusya-Türkiye maçı arasında kim galip gelmeliydi yarışına girmiş, laftan lafa atlıyor. Ve bir kız üşüdüğüne dair üstündeki hırkasına sarılıyor. Diğeri telefonuyla oynuyor, öbürkü bu kargaşanın içinde kitap okuyor. Yanımda ise bu şehrin gürültüsünden yorulmuş bir adam, usulca sigarasını içiyor. Ve bu insan kalabalığını seyrediyor. İşte tüm bu şehir ve bu şehrin insanları bana böyle ihtişamlı bir kurgusu olacak binbir çeşit hikaye yazmaya sevk ediyor. Yavaş yavaş zihin dağarcığımı genişletiyor. Okuduğum yazarların kitapları beni teselli ediyor. Ve hocalarım, işte onlar benim tek örnek aldığım abideler. Yazmaya başladığım vakit, yanımdaki çay bardağının sıcaklığı havaya yavaş yavaş kıvrak bir yol çizerek buhar şeklinde dışarı çıkıyor. Ve bir hikaye işte o zaman düşüyor zihnime. Ev sessiz lakin dağınık ve açık pencereden usul usul bir rüzgar savuruyor etrafı. Ve bir hikaye başlıyor işte o zaman, bu hikaye benim hikayem sevgili dost. Ve bu hikayeyi ben kendim yazdım. Zira, her hikaye kendi kahramanını yaratır.