Sevgili dost,
Sana gökyüzünde tek bir yıldız bile olmamasına karşın gecenin karanlıkta bile pırıl pırıl parladığı bir akşam saatinden yazıyorum. Gökyüzünde tek bir yıldız bile olmaması onu yine de kötü göstermiyor. Ama o, çok kusursuz. Cahit Zarifoğlu der ki: "Gökyüzüne bakmayanların kalbi daha çok kirlenir." Ben kirlenmesinden korktuğum için bakmıyorum. Zira insanlardan daha güzel bir şey varsa o da gökyüzü. En azından yüzünü buruşturup kalp kırmıyor. Esen soğuk havanın yanağıma vurup boynuma doğru kayışını yavaş yavaş hissediyorum. Soğuk havanın etkisiyle saçlarım geriye doğru havalanıyor ve boynumun açılmasıyla soğuğu iliklerime kadar hissediyorum ve hırkama daha çok sarılıyorum. Yürüdükçe soğuk havanın içime sızdığını hissediyorum. Biraz olsun kafamın dağılması için kulaklığımı takıyorum bu çilekeş dünyama meydana okuyarak. Adeta kalbim savaş kılıçlarına sarılmış gibi. Her tehlikeye karşı. Sahi, şu zamanda kim anlar kalbin kırılmasından?
Karşı marketten bir çikolata alıyorum elime.
İstemsizce çalan şarkı kaçan neşemi geri getiriyor.
Akşamın çökmüş karanlığında, müziğin o hareketli sesine karşı gölgemle dans ediyoruz kaldırımlarda. Etrafımda dört dönüyor sanki dünya ve o an dünyanın en mutlu insanı oluyorum. Hiç derdim yokmuş, hiç tasam olmamış gibi.
İstemsizce yoldan geçen insanlara selam veriyorum.
Yediğim çikolata o an dünyanın en güzel çikolatası oluyor benim için.
İçten içe o kadar mutlu ve neşeli oluyorum ki korktuğum ve yanından geçemediğim köpeğin başını okuyorum. Ve yaşadığım hayatı daha da sevmeye başlıyorum.
Adeta etrafımda dönüyorum. Öylesine mutluyum. Şarkı bitmesine rağmen tekrar başa alıyorum.
Yürüdüğüm yolun sonuna geliyorum sevgili dost. Mahallenin kaldırımlarında yürürken dükkanların açık olan ışıkları kaldırımlara yansıyor. Adeta açık olduğunu belli ediyor her dükkan. Elektrikçiden, berbere, berberden terziye, pastaneciden börekçiye. Her çeşit esnaf var mahallede. Hepsi samimiyet dolu. Elektrikçinin önünden geçerken kafam istemsizce içeriyi süzüyor ve dedemin yorgun bedenini sandalyede oturmuş olarak buluyorum. Yürüyüşüm devam ederken her zamanki gibi evimin yolunun üstünde olan dükkandaki berberle göz göze geliyoruz. İstemsizce gözlerimi kaçırıyorum. Son olarak en yaşlı esnaf, terzi amca. Akşamın karanlığında dükkanındaki ışık adeta yoldan geçenlere eşlik edip yollarını aydınlatıyor sanki. Ve o her makinesini çalıştırdığı vakit sanki o makine, bu saatte emeğini konuşturarak şarkılar söylüyor mahalleye. 20 yıllık emeklik diye. İçeriye yavaşça gözlerim istemsizce takıldığı vakit, terzi amcanın yine bir şeylerle uğraştığını görüyorum. Ekmek teknesi tabii, kolay bırakılmıyor. Ve mahalleye her girdiğimde ışığı açık pencereye doğru kayıyor gözlerim. İşte o ışığı açık pencere, benim yuvam sevgili dost. Beni ben yapan yuva. Benim büyüyüşüme tanıklık eden yuva. Benim yaşama sebebim olan yer. Benim ayakta durmamı sağlayan direk sanki. Ve ben o yuva olduğu için hayattaymışım gibi hissediyorum. Eve geldiğim gibi çantamı kenara fırlatarak direkt yemeye girişiyorum. Nedense ne kadar yemek yesem de yine de aç hissediyorum kendimi. Bir kazan yemek yesem de hâlâ doymayacakmışım gibi. Sanırım bu uzun yoldan gelmemin bir sebebi. Ki uzun yol, insanı en çok yoran o. Direkt yemekten sonra ödevlere geliyorum yavaş yavaş. Word'den yazdığım ödevi kaydediyorum. Ödevi maile gönderirken sevdiğim bir şarkıyı açıyorum internetten. Şarkı açılıp yavaş yavaş devam ederken ezgi, ben mailin açılmasını bekliyorum. Ruhum bir yandan ezgiye eşlik ediyor sanki. Kalbim değişik atıyor, etkileniyor sanki ezgiden ve şu söz yerini buluyor: "Müzik ruhun gıdasıdır." Söz bu anla beraber hakikat buluyor. Ancak, çok kötü bir şey oluyor ve çıldırma noktasına geliyorum. Bilgisayar donuyor fare yerinden hareket etmiyor ama arkadan müzik durmadan devam ediyor. Video yayında, ezgi tekrar başa alıyor kendini. Müzik baştan başlıyor ama bilgisayar error veriyor, bir dakika içerisinde hiçbir şey oynatamaz hale geliyor. Sonra bu durumu kabullenince aklım, şu sözleri fısıldıyor beynim yavaş yavaş bana: Müzik, bilgisayarın error vermesine rağmen devam ediyor. Tıpkı hayatına benzemiyor mu? Hayat senin için durmuş ancak sen farkında olmadan aslında yavaş yavaş bir ezgi gibi arkadan zaman geçiyor. Yaşam devam ediyor ancak sen yaşamamış gibi devam ediyorsun hayatına.
Ve yavaşça bir dize okuyor kitabından, İsmet Özel'den.
"Yaşıyor olmak, savaşıyor olmaktan başka bir şey değildir."
...