Dilimde, sabah mahmurluğuyla beraber eski bir türkü mırıldanıyoruz. Kar yağışı yukarıdan aşağıya doğru iniyor. Hava buz, don. Hissedilen soğukluk belki de eksi iki dereceydi. İnsanlar atkılarına, üstlerindeki kabanlarına sarılarak yürüyorlar. Adeta koşarcasına yetişmeye çalışıyorlar. Belki iş yerlerine, belki sıcacık bir ortama, belki de okullarına. Soğuktan hissedemediğim ellerimi ovuşturuyorum ve avucuma sıcak nefesimi üflüyorum, fayda etmiyor. Nihayet, metro girişine geldiğim vakit, içeriye doğru adımlıyorum ve adımladıkça adeta sıcacık bir hava karşılıyor beni. Yüzüme, ellerime ve yavaşça vücuduma temas ediyor. Müthiş bir sıcaklık var. Metrodan çıkışa ve girişe doğru yürüyen çoğu zaman koşan insanlar var. Meydanda birileri bir yere toplanmış. Kimisi konuşuyor, kimisi birini bekliyor, kimisi telefonla konuşuyor. Ama herkes için aynı şeyi söyleyebiliriz sevgili dost. İnsanlar aceleci. Herkes bir yere yetişmeye çalışıyor. Herkes bir şeyin telaşında. Bizler bu aceleci tavrımıza karşın hayatımızdaki çoğu anı kaçırıyoruz. Belki de o an, metroya doğru koşarak yürürken güneşin batışını kaçırıyoruz. Belki de o an, rüzgarın o sesini dinleyecekken kaçırıyoruz her şeyi. Bırak aceleciliği sevgili dost. Bu hayatın garantisi yok. Neyin telaşı bu? Bırak sen de herkes gibi olma. Hayatın tadını çıkar. Ve o aceleciliğin yanı sıra yaptığın işin arasında rüzgarın sesini ve güneşin batarken söylediği o şarkıyı dinlemeyi unutma.