Uzun zaman oldu böyle oturup yazmayalı. Çok şey değişti, ben değiştim. 18'im bitmek üzere. Umutlarımla, birkaç keyifli anımla, harıl harıl hazırladığım planlarla oyalıyorum kendimi. Hâlâ olduğum yerdeyim: yeşil masada. Gideceğim güne yatırım yaptığım masada. Bitecek diye dişimi sıktığım masada. Hayallerimi üst üste dizdiğim masada. Sonuç? Yok. Hiç. Kendimi kandırmak istemiyorum. "En azından üniversite kazandım." demek saçmalıktan ibaret geliyor bana. Elbette kazandım. İğrenç bir sistem içerisinde kafamı kaldırmadan, aylarca, ağlaya ağlaya çalıştım çünkü. Ne "buna da şükür!" ne de "daha kötüleri de var." gibi iki eli göbekte birleştirip yana yatık kafalarla insanın sorgularını uyuşturan, isyan bastıran söylemlere sabrım kaldı. Kime, neye minnet edeyim bunun için?


Sıkıştım kaldım. Ne ileri ne geri. Hiç genç hissetmiyorum kendimi. Korkuyorum. Tek güvencem ailem ve arkadaşlarım koca ülkede. Canımın da emeğimin de değeri kayıp. Var mıyım yok muyum unutuyorum bazen. Bazen, bazı günleri hiç yaşamasam da olur gibi.


Çok yoruldum. Hiçbir şey yapmasam... Öylece otursam koltukta, uyusam ya da saatlerce; yine de yorgunum. Nefesimi yorgun çekiyorum içime, yorgun veriyorum.


Canlılığımı kaybetmekten çok korktuğum için hep dolduruyorum günümü. Sporla, dersle, kitaplarla, dizilerle, insanlarla. Keşke bunları eskisi gibi gerçekten keyifle yapsam.


Kendimden kaçıyorum. Sürekli gerçeklerden bahseden biri var içimde. Ondan kaçıyorum. Kendimi yeterince yorarsam; bunu ben yaparsam yani, onun yapmasına gerek kalmaz sanıyorum.


İdare ediyorum böyle 3 hafta, 1 ay, 2 ay... Sonra patlıyorum. Bitiyorum. Ciddi anlamda tükeniyorum ve geriye kalmıyorum. Koca bir sıfır. Yok oluyorum. Kendimi saf dışı bırakıyorum.