Sonbahar adım adım terk ederken sahneyi, süzülen yapraklarda umutsuzluk kıpırdanırken arterlerinden örülmüş bir urgana geçiriyordu boynunu.

Henüz yeni bitmişti viskisi, bardak hâlâ soğuk, buz hâlâ diriydi. Bir an buzun üzerinde süzülen damlayı ayrımsadı gözü, ruhu ozanlardan mı çalınmıştı yoksa yalnızlığın büyük bir getirisi olan hayal gücüne mi sahipti bilinmez ama o damla ile hayatı bütünleştirdi gözünde. Buzun kendisinden kopan ve adım adım ana rahminden uzaklaşan, sonu çoktan yazılmış olan bir damla. Kim bilir, bir buz olarak viskisini ıslatmadan evvel nerelerdeydi, hangi kader yazılmıştı kaygan alnına?

Yüzüne bir gülümseme peydah oldu arterlerinden örülmüş bir urgana boynunu geçirmek üzere olan adamın. Benzerlik, bir o kadar ironik, bir o kadar hakikiydi. Uzun vakittir hakikate temas etmemişti, edememişti zihni. Zaten her şeyin nedeni bu değil miydi? Hem kaderin hem de boynundaki urganın örülmesinin nedeni hakikati aydınlatan ve ona doğru yolu işaret eden yıldızın sönmesi değil miydi? Sönmek değildi esasında, yok olmaktı. Sanki bugüne dek sağladığı ısı ve ışığı yaşlı bir yıldız gibi içten içe bencilce ve muhtemelen yalnızlığın getirdiği huzursuzlukla yüzüne vuruyordu adamın. Başka bir şeyi aydınlatmıyordu bu yeryüzünde; yalnızca o kesik, yumuşak ıslak mendebur surat.

Bu ben miyim, diye sorardı yıllarca, yıllardır bu tenin içinde mı yaşıyorum? İnsanlar beni böyle mi tanıdılar? Ah, şanssız varlıklar. Şu gülüş, peki ya çatılan kaşlar, sıska beden, İsmet Özel olabilir miydim ben?

Saatlerce bu sorular yankılanırdı kirli banyosundan adamın. Elbette bu sorular da biterdi. Yalnızca imla kuralları tanımazdı adam. Sorular yumuşak kıvrımları ve anlamsız biçimiyle bir işaret ile bitemezdi. Onlara her sonun içinde olan merhametsiz bir tokat lazım gelirdi, hatta bir yumruk. Kim bilir kaç aynadan acısını çıkartmıştı bu soruların. Sahi, daha geçen ay yeni bir ayna almamış miydi? Ancak zarar çıkardı bu adamın girdiği her tepkimeden. Belki de bu yüzden ister istemez kendisini bu kuyuya sürüklemişti. Yoksa sürüklenmiş miydi? Hepsi onun suçu diye düşündü, aynalar da, kuyu da, urgan da, damla da; hepsi orada sırıtan mendebur suretin suçu.

Sonra her zamanki gibi aynı cevabı verdi, sert bir tokat. Delirmiş gibiydi, belki de çoktan delirmişti. Yalnızca devlet tarafından onaylanmış bir kâğıda sahip değildi. Elleri amaçsızca havada sallanıyor. Sanki tüm gücüyle sert bir mermi gibi sallanan bu ellerin şiddeti yetmezmiş gibi başını ellerine doğru sertçe itiyordu. Tüm gücüyle devam etti bu tek kişilik işkence nöbeti, dakikalarca... Kaşının altında süzülen birkaç damla kan durdurabildi onu. O kırmızı, koyu, sıcacık pelte az önce seyrettiği su damlacığını hatırlattı adama.

Akmam gerek, dedi. Herkesin, her şeyin arasından, yeryüzünün kanunlarına boyun eğerek akmam gerek. Yoluma çıkan barajlarda nefes almam, ardından yüce iradenin kararlarına bağlı olarak yeniden akmam gerek. Peki akan bir damla olmak, sorgulamanın getirdiği hareketli katılığı ve sıcaklığı reddetmek anlamına gelirse, daha kaç ayna kırmam gerekiyor diye düşündü? Daha ne kadar canı yanmalı etrafımdaki rezidansların?

Rezidans, derdi ötekilere adam. Çünkü kendisi bir harabeydi. Yıllar önce kırılan ilk aynanın çatlaklarının etkisiyle çökmüştü onun müstakil varlığı. Hatta bazı geceler daha da ileri giderdi. Yine ruhunu ozanlardan mı çalmıştı bilinmez fakat aynalarını yerleştirdiği duvara şunları kazımıştı:

Sen, güzeli çirkinleştiren

Sen, tanrının adaletinin celladı

Sen, haraviden harabeleşen varlık

Sen, şunu asla unutma,

Sen, toplumun göze batan çıkıntısı.

 

Yeniden sıkıca tuttu arterlerinden ördüğü urganı adam, yeniden boynuna geçirdi. Artık haykırıyordu tüm gücüyle:

Sen!

Sen, lanet olası ayna, hepsi senin suçun!

Damlalar kayıyordu, buz ve yüzü kaygandı. Sesi gürdü.

Bu sefer yeniden haykırdı adam,

Akmam gerek.

Damlalar kaydı.

Buz artık son gücüyle dayanmaya çalışıyordu. Kan çoktan pürüleşmiş, gözündeki pınar kurumuştu. Sonbaharda sürüklenen yapraklar umutsuz bir çabayı resmediyordu sokaklara ve hayat kırılgan aynalar, yumuşak imla kuralları son bir kez selam durdu:

"Minnet eyle ona tanrım, akması gerekti."

Aktı adam, arterlerinden örülmüş urgana başını yasladıktan sonra. Aynalardan geçti önce, bedeni yumuşak teninden soyundu. Duvarlardan geçti sonra, toplum en kudretli yerinden yarıldı. Şehirlerden geçecekti fakat zabıtalarla süren kavgası onu biraz yavaşlattı. Göğe yükseldi adam, kaygan ruhu tanrının arka bahçesinden süzüldü. Aktı adam, önce bedeninden sonraysa ruhundan. Boşluk tüm hücrelerini patlattı. Aktı adam, artık sonsuz uzay boşluğunda birkaç kırık ayna ve birkaç sayfa müsveddeden başka varlığını kanıtlayan hiçbir şey kalmadı.

"Minnet eyle ona tanrım, akması gerekti."