Tramvaydayım şimdi. Bir sonbahar akşamında, saat yedi vakitlerinde yalnızca yol alıyorum İstanbul’da. Tahminimce yaklaşık en az 1 saatlik yolum bulunmakta. Dudağımda, son bir kaç günün hediyesi olan tebessümüm. Yaşanmışlıklar bıraktım yine dünyaya diye düşünüyorum kendimce. Ruh halimi mahsunlaştıran, aynı zamanda yüreğime dinginlik veren bir kaç yaşanmışlık. Yaşanmışlıklarıma ortak olan bir dost. Nasipliyim diyorum. Ruh doygunluğu yaşayabildiğim, hikayesine şahit olmaktan müthiş memnun olduğum, mütemadiyen hayatımda var olmasını arzulayabildiğim bir ruh var. Sevgili ruh. Beraber yol aldığımız vapur yolculuğunda “Yaşamayı biliyor musun?” diye soruldu şahsıma sevgili ruh tarafından. Düşündüm. Yaşamayı biliyor muydum? Yaşamak? Neydi ki yaşamak, bu dünyada başaramadığını söyleyen ruh çoktu. Çabaladığını da söyleyenler olurdu ve bu daha kıymetli gelir bana. Elbet çaba halinde olmak, başaramadığını söylemekten daha yiğitçeydi kanımca. Ancak, başaramadığını söylemek de ne büyük erdem! Aldatmaca yok şimdi idrakine varıyorum Sen. Ah. “Yaşamayı biliyor muyum?” “Yaşamayı biliyor muyum, emin değilim. Ancak, hoşnut olduğum yaşanmışlıklar bırakıyorum dünyaya.” diyebildim o an. Ve İsmet Özel iştirakte bulundu sohbetimize; “Yaşamayı bileydim, yazar mıydım hiç?”