"Açık açık da söylenebiliyormuş, oh be!" diye sevinip, rahatlıyorsun; gönlün diline ilk düştüğünde. Sonra da "ah be, söylenemiyormuş.." diye üzülüp, sıkılıyorsun; gönlünün dilinde olduğundan faydalanarak suratına atılan ilk tokadı hissettiğinde.


İkincide, üçüncüde, beşincide ve altıncıda da aynı şekilde acıtmaya devam ediyor bu tokatlar. Hiç eskimiyor. Hiç daha az acıtmıyor.


O kadar inanılmaz geliyor ki bu tokatlar sana, tam olarak anlayabilmek için birkaç kez diğer yanağını çevirdiğin bile oluyor. Algılayamıyorsun çünkü bu minvalde bir ihaneti, kafanda bir şey canlanmıyor.


Ama bir yer geliyor, "tamam" diyorsun.


"Tamam. Bu, belli ki benim anlayamayacağım bir şey. Bunu anlayamayacağımı kabulleniyorum. Fakat çok zarar veriyor bana artık, bitsin. Bitsin."


Sonra bir kez daha düşüyor tam da aynı yerde ve adeta aynı zamanda gönlün, diline.


Bir tokat daha atacak oluyorlar; ya kaçıyorsun, ya karşılık veriyorsun; ya da donup kalıyorsun benim gibi.


E donunca, bir tokat daha yiyorsun.


İyi mi oluyor, kötü mü oluyor böyle.. sen de bilmiyorsun ama kaçmak sana göre değil ve karşılık vermek kalbine çirkin bir renk verir. Onu biliyorsun.


Gözünün içine bakıyorlar ama aynı sen olmadığını anlayamıyorlar.


Bir heykele bakar gibi bakıyorlar sana, bir pahalı tabloya bakar gibi. İçini görmedikleri, ruhunu duymadıkları, serüvenini merak etmedikleri, alt metnine dikkat etmedikleri, topluluk içinde ayıplanmamak için anlıyormuş gibi davranıp; yalnız kaldıklarında ise dalga geçtikleri bir sanat eseri gibi bakıyorlar sana.


Sizden gelecek sevgiye lanet olsun.