Biz, dedi, Ortaköy'de waffle yiyeceğiz.


Ah, dedim, ne güzel!


Çabucak süzdüm. Porselen bir bebekten daha İstanbulluydu. Açık kumral kıvırcık saçları arkadan büyük bir kurdeleyle bağlanmıştı. Makyajsız ve duruydu. Güneşte parlayan bıyıklarını görüyordum, demek kaşlarını bile almıyordu. Mavi gözleri vardı, porselen bebek mavisi. Yaşı tayin edilemiyordu. Muhakkak adet görecek çağda olmalıydı.


Ben, dedi, waffle'ı en çok muzla severim.


Muz güzeldir, kafamı yukarı aşağı sallıyordum hafifçe. Şimdi inmeniz gerek, afiyet olsun.


Gelmiyor musun?


Gelemem.


Neden? Sen de gel.


Gelemem, bir arkadaşım beni bekliyor.


Siz de mi waffle yiyeceksiniz?


Belki, kim bilir.


Otobüsten indi. Bebek'te boşalacağını bildiğim bu kalabalık otobüste canım waffle çekiyordu artık. Bekleyen bi arkadaşım falan da yoktu! Banka hesaplarımı ve tarihi kontrol ettim. Maaşa daha 4 gün var Erkin, 80 lirayla 4 gün yaşamalısın. Durumu daha da zorlaştırma...


Niye çocukluk edemiyorum sanki? Açık kumral kıvırcık saçlarım yok diye mi kurdeleyle bağlı değiller? Mutlaka böyle olmalı. Yoksa ben de waffle yerdim.

Aşiyan'da indim. Tadım tuzum yoktu. Ben de portakallı bi şeker atıverdim ağzıma. Denizi izledim, balıkçıları. Akşama ne yiyecektim acaba?