‘’Bazı insanlar fazla korkak çıktı. Bir şeylerin değişeceğine inanmadılar. Yani sonuçta dünya tam olarak berbat değil. Galiba bazı şeyleri olduğu gibi kabul eden insanlar için bu çok zor. Kötü olanlar bile değişemiyorlar ve vazgeçiyorlar. Böyle yapınca da herkes, herkes kaybediyor.’’

(İyilik Yap İyilik Bul - Pay It Forward, Traver, 12)

Traver bunu söylediğinde 12 yaşındaydı ve sevgili Morgan bu alıntıyı benimle paylaştığında 9 yaşındaydım. İşte o an ondan öğreneceğim çok şey olduğunu anlamıştım.

Morgan’a ilk kez, yaşadığım küçük kasabayı saran o eşsiz deniz kokusunu yayan sahilde rastladım. Henüz 9 yaşındaydım ve Morgan benden tam 64 yaş büyük siyahi bir adamdı. Annem sarı saçlarımı iki yandan örer ve işe giderken beni Bayan Dudley’nin yanına bırakırdı. Bayan Dudley’i her ne kadar sevsem de uslu durmak huyum değildi. Bulduğum her fırsatta evden kaçıp kasabayı turlardım. Yine bir akşam güneş batmak üzereydi ve biraz deniz kabuğu toplamak, annem işten dönüp beni aldığında onları rengarenk boyayıp takılara dönüştürmek istemiştim.

Batan güneşin yaydığı turuncu hava ve bu turuncu havayı saran deniz kokusu, bir de Morgan.

Ben deniz kenarında dolaşırken bir kayalıkta oturmaktaydı. Her on saniyede bir dönüp ona bakıyordum. En sonunda sıkılmış olacak ki bana selam verme ihtiyacı hissetmiş ve gülümsemişti. Yanına gittim ve diğer kayalığa oturdum.

Bir süre sessiz kaldık. Dalgaların kıyıya vuruşundan başka bir ses yoktu. Sonra Morgan bir ıslık öttürdü ve Oscar -çirkin, yaşlı, ıslak köpek- koşarak Morgan’ın ayak ucuna geldi. Oscar’ı sevmiştim. Morgan’ı da. Her ne kadar konuşmasak da evime dönmüşüm gibi hissettiriyordu. O gün o saati aklımda tuttum. Her gün o saatte onları bulmak umuduyla sahile gittim. Ve her gün onları o saatte buldum.

İkinci gidişimde Oscar'la oynadım ve Morgan’a okuldan bahsettim. Fazlasıyla yaramaz ve tam bir baş belasıydım. Annem ve Morgan hariç herkese böyleydim.

Morgan 72 yaşında siyahi bir adamdı ve elbette 9 yaşındaki beyaz bir kızın yaşadıklarından fazla şey yaşamıştı. Bana hep öyle gelmiştir ki insan ne kadar yaşarsa o kadar sıkıntısı olur. Tabii bazı istisnalar dışında.

9 yaşındaydım ve bunu o an anlamıyordum. Kendi dertlerimi oldukça büyük görüyordum. Babam bizi yeni terk etmişti ve zavallı annem her gece ağlıyordu. Morgan’a okuldan bahsettikten sonra babamdan bahsettim. Babamın beni sevdiğini düşünmüyordum. Eve çok fazla uğradığı da yoktu. Adeta onun eşiğinde bekliyordum. 9 yıl onu eşikte beklemiştim ve beni bir gün içeri almamıştı. Onun yerine beni eşikte bırakıp o kapıdan çıkıp gitmişti. Annem beni eşikten içeri alsa da o kapıyı asla kapatamadı. O kapı sonuna kadar babama açıktı, o hiç girmeye tenezzül etmese de. Morgan’a ödevlerimden bile yakınsam beni hep can kulağıyla dinlemiştir. Hatta bazen Oscar bile beni oturup dinlerdi.

Bazen üçümüz oturup konuşurken sahile gelen insanlar bize bir tuhaf bakarlardı. O zamanlar bunu hiç anlamazdım. Ama sebebi Morgan'dı. İnsanlar Morgan’a öyle kötü davranırlardı ki bazen sabaha kadar ağlardım.

Bir gün Morgan bana ‘’Başta her ne kadar canımı acıtsa da bir süre sonra çevreden gelen hakaretlere alışmaya başladım. Alışmak zorunda değildim ama bazen seni anlamayana çene yormak boşunadır. Ben kendimi biliyorum, Cadella. Bu bahsettikleri Morgan değil. Beni tanımıyorlar.’’ dedi. Öyle haklıydı ki. Evet, bahsettikleri Morgan değildi. ‘’Bir insanı tanımak o kadar basit değildir. Bir insanı senelerce vakit geçirerek ya da saatlerce konuşarak tanımış olmazsın. O insanı tanımak için onun okuduğu kitapları okuman, onun gibi düşünmen, onunla aynı rüyaları görmen gerekir. Çocukluğunu, hayallerini bilmen gerekir.’’ Ne kadar doğru demişler öyle değil mi?

Morgan başına gelenlere rağmen hayatı son derece severdi. Öleceğini unutmadan yaşardı. Bana daima ‘’Elindekiyle yetin. Elindekini sev.’’ derdi. Bana ne kadar elimdekiyle yetinmemi söylese içimdeki çocuk hep daha fazlasını istedi. Her seferinde daha fazla hırslanıyordum. Benim küçük bedenim o zamanlar onu anlamıyordu. Şimdi her şeyi daha iyi anlasam da asla pişman olmadım.

Morgan hayatıma girdiğinden beri değişmiştim. Bu herkesin fark edebileceği kadar büyük bir değişimdi. Artık kimseye sataşmıyor, etrafı yıkıp dökmüyor ve önüme geleni terslemiyordum. Bir insanı da onarabilirsiniz. İşte Morgan beni böyle onardı, severek.

Bana ‘iyilik’ten bahsetti. Cennet ve cehennemi katmadan, çıkarsız, sebepsiz iyilikten. Ben de kimseden karşılık beklemeden elimden geldiği kadar yardım etmeye başladım. Morgan öyle temiz kalpliydi ki ona imreniyordum.

Bana yaşadıklarını anlattı ve ‘’Benim gibi üzülmelerini istemiyorsan kimsenin kalbini kırma.’’dedi. 

Bana elimdekiyle yetinmemi söylese de bu ‘Hiçbir şeyi değiştirmeye çalışma!’ demek değildi. Bana hep değişimin iyi olduğunu söylerdi. ‘’Bir şeylere farklı açıdan bakmak, aynı yere farklı yollardan gitmek, farklı yemekler ve müzikler denemek iyidir. Farklılık iyidir.’’ İnsanları mutlu etmekle mutlu olmayı öğretti bana. Ve değişmek istemeyenleri zorlamamayı, anlamak istemeyene ısrarla anlatmamayı. Sonra işte bana o sözü söyledi. 12 yaşındaki Traver’ın söylediğini. Bazı şeylerin değişeceğine inanmayıp vazgeçen insanlar yüzünden herkesin kaybettiğini. O an Morgan’ı çok iyi anladım. Ve insanların onu ten rengi yüzünden değil düşünceleri için dışladığını anladım. O farklıydı. O iyiliğin yanındaydı. O yaşayan her canlıya saygı duyuyordu.

Sonra büyüdüm. Yoğunlaşan derslerim ve sürekli gelip giden babam yüzünden her gün sahile gidemez oldum. Morgan bunu anlayışla karşılıyordu. Morgan gibi düşünmeye başladığımdan ben de farklıydım. Arkadaşım yoktu. Morgan ve Oscar hariç.

Babam arada eve gelip sorun çıkarır giderdi. Bize zarar vermezdi, en azından fiziksel olarak. Ama birine zarar vermen için şiddet uygulaman gerekmez. Babam bunu farklı bir yolla yapıyordu, bizi sevmeyerek. Bu bizi yavaş ve acılı bir şekilde öldürüyordu. Ben de ölüyordum yavaştan. İlk ölen babama olan duygularım oldu. O kadar ölmüşlerdi ki artık beni sevmeyişi canımı acıtmıyordu. Morgan’ın varlığının etkisi öyle büyüktü ki diğer insanların yokluğunu fark etmiyordum.

Bayan Dudley’i arada ziyaret ederdim. Annem yaşlanıyordu. Ben hızla büyürken bile hâlâ kafamın dikine gidiyordum. Doğru yolun çiçekli yol olduğunu bilsem de dikenli yoldan giderdim hep. Öyle ki o çiçekli yolun sonunda rahat olacağımı bilsem de ben hak ettiğimin peşindeydim. Ve bu yüzden o dikenli yoldan geçmem gerektiğini biliyorum. Şu hayatta hiçbir şey beni haksızlık kadar yıkamaz. Her zaman insanların inandıklarının ve hak ettiklerinin peşinden gitmesinden yanayım. İnandıklarımıza yenilmek en güzel yeniliştir.

Ben sevdiğim şeylerin peşindeyim. Sevdiğim şeyleri sırf başkası nasıl bakar diye bastırmayı bırakalı uzun zaman oldu ve ben o zamandan beridir benim. Sevdiğin şeyler uğruna harcadığın zaman asla ziyan olmaz. İnandıklarının peşinden gidersen hak ettiğini alırsın.

Ben üniversiteye geçtiğim zaman Morgan 82 yaşına gelmişti. Uzaklara gitmek istemiyordum. Morgan’dan uzakta kalmak bana çok zor geliyordu. İki haftada bir uğramaya çalışıyordum.

Bir gün tekrar sahile indiğimde onu bulamadım. Sadece Oscar oradaydı. Ve denize bakıyordu. Paniklemiştim. Oscar’ı sevdim. Ama Oscar eskisi gibi coşkulu davranmıyor, hatta kıpırdamıyordu. Sadece gözlerini kırpıyor ve nefes alıyordu. Onu kucağıma aldım ve Morgan’ın evinin yolunu tuttum. Kapıyı açmamla ağır bir rutubet kokusu yüzüme vurdu. Ve o rutubet kokusuyla beraber başka bir gerçek de yüzüme vurdu. Morgan yoktu. Çaresizce odalara bakarken ağlamamaya çalışıyor ve titreyen bacaklarıma hakim olmaya çalışıyordum. Morgan'dı bu. 82 yaşında siyahi bir adam. Sahil ve evinden başka gidecek yeri mi vardı? Hem de yılların dostu Oscar’ı bırakıp ve bana haber vermeden? Koridora çökmüştüm ve bedenim hıçkırıklarla sarsılıyordu. Oscar bıraktığım yerde yatıyor ve sessizce beni izliyordu. O an onun da gözlerinden süzülen yaşı gördüm.

Beni ‘’ben’’ yapan Morgan artık yoktu. Artık ben yoktum. Ben, benliğimin büyük bir kısmını kaybetmiştim. İnsan bir kez kaybedince benliğini tekrar eskisi gibi olamıyor ve aynı yerden başlayamıyor. Acısını yok edemiyor. Buna inanamıyordum. Neler olduğunu bilmiyordum ve civardaki tüm evleri gezip sormaya başladım. Girdiğim 23. evden Morgan’ın beş adam tarafından ağır tehdit ve hakaretlere maruz kaldıktan sonra üç el ateşle karnından, başından ve göğsünden vurularak öldürüldüğünü öğrendim. 

Benim yaşlı dostum bu dünya için fazla iyiydi ve yavaş yavaş ölüşümün orada son bulduğunu hissettim. Çöktüğüm o 23. evin kapısında, içimdeki iyi niyetimin öldüğünü hissettim. Kahroldum, mahvoldum ve asla geriye döndüremedim. İyi niyetinden kaybeden Morgan için iyi niyetimi kaybettim. Morgan’ın mezarını buldum. Ona hak ettiği değeri görmediği için üzgün olduğumu söyledim. Düzinelerce çiçeği mezarına bıraktım ve evime döndüm. 

Keşke hayat masallardaki gibi olsaydı. İyiler kazansa ve kötüler yenilseydi. Ama ne yazık ki Morgan haklı direnişini kaybetti ve ben de bu kötü dünyaya yenildim.