Velhasıl, suspus herşey. Biliyorum şey ayrı ama ayırasım yok bu gece. Kalkacak mecalim yok. Hastayım diye mi yoksa çok mu soru sordum? Çok soru sordum. Tahayyül etmek güzel, güzel eylem. Şimdi bu güzel eylemle istersem bizi uçururum istersem toprağa kondururum da yaşlı çınar yaparım bizi. Konuşuruz senelerce bugünkü suskunluğa inat. Çok konuşuruz, hem anlatacak çok şey biriktirdim. Sende de birikmiştir anlatılacaklar. Bir gün anlatmamıza izin verirler mi? Verirler, nasıl? Uslu olursak verirler. Çünkü gökler uslu çocukları severler. Birlikte o taşın-heykelin-sütunun aşağısındaki yere de gideriz değil mi? Otururuz, denizanalarına bakarız. Gerçi o zamana kadar -her ne vakitse o vakit- denizanaları mı kalır ortada? Baş okşamanın bile usûlü var imiş. Halt ettik bunu bilmeyerek, niye? En güzeli varken en güzelden habersizlik ettiğimizden. Dudaklarında gülümseme... Gülümseme dudaklarında... Ah bu eylemin içinde çok hoş duruyor. Gülümseyesi geliyor insanların da gülümsemeni diyince. Ah, diye bir ünlem koyunca sanki iç dışa vuruyor, deniz gibi. Deniz... Deniz en virgüllerden bir virgüldür, bizim virgülselliğimiz gibi. Ve her bir noktalamanın bitişi gibi her bir sorgulamanın çelişkisi yatar içimizdeki yuvalarda. Her imlaya bir yer ayrılmıştır içimizde. Kimi bitmek bilmez bir gülüş gibidir,