Bir insan kendine giderken nasıl olur da yolunu şaşırır? Yıllardır aynı beden ve ruhu taşıyorken nasıl olur da her saniye kendine yabancılaşır? Kendime yolculuğumu tünellere benzetiyorum. Upuzun, iç içe karanlık bir tüneller ağı. Küçük bir umut ışığıyla adım adım ilerlesem de o karanlık hep büyüyor. Tam keşfettim, öğrendim bu yolu yürümeyi dediğimde tekrar kayboluyorum. Birbirine dolanmış yolların ortasında öylece duruyorum. Seçim yapmak için korkak, öylece durmak için de fazla hayalperestim. Bu yüzden bir ileri bir geri yapıp yolları çözmeye çalışmaktan ibaret oluyor şu hayatım. Hayallere tutuna tutuna ilerlemenin zorluğunu kelimeler anlatabilir mi bilmem. Nasıl desem, yağmur yağarken bir damlanın ısrarla buluta tutunma çabası gibi sanırım. Ha düştüm ha düşeceğim ama o yollarla ilgili hayallerin sonunu öyle merak ediyorum ki ısrarla bir adım atıyorum. Keşke koşacak kadar cesaretim olsaydı. O tünelleri daha hızlı keşfederdim böylece istediğim yolu daha hızlı bulurdum. Yine de en azından pes etmediğim için kendime teşekkür ederim.


Bu kendini keşfetmeyi kim çıkardı acaba? Kendimi keşfetmekten, başka insanlara zamanım kalmıyor. İnanılmaz yorucu ve sonu olmayan bir şey. Belki de ben henüz sonu bulamadım. Bu yüzden de kendimi keşfetme yolculuğum ve tutkum tüm zamanımı alıyor. İnsanın kendiyle bu kadar meşgul olması iyi bir şey mi bilemiyorum. Bazen kendimi çok önemli bazen de yol kenarındaki bir taş kadar değerli hissediyorum. Kendimi keşfettikçe hep bir sorun yakalıyorum. Sorunları kabul ettikçe önemli hissediyor yeni sorunlar keşfettikçe küçük ve güçsüz hissediyorum. Sürekli sorun bul, kabul et serüveninde de hem büyüyor hem de geçen zamanın farkına varıyorum. Öyle ki sığ, samimiyetsiz ilişkiler zaman kaybı ve gereksiz geliyor. İnsan ilişkilerinde gittikçe seçici olmaya başlıyorum. Sonuç olarak bir avuç insan kaldı yanımda. Bu büyümenin getirdiği bir şey olsa gerek.


Bu hafta tünel yolculuğumda bir ileri, bir geri, iki ileri, bir geri adımlaya adımlaya birazcık yol aldım. Kendimi dinledim. İnsanlardan uzaklaştım. Biraz sessizlik, sevdiğim müzikler, birkaç saatlik resim ve yazı denemeleri ile iç sesimi özgür bıraktım. Eğer iç sesimizi çok fazla bastırırsak içten içe ruhumuzu tüketir. Bu yüzden arada bir kalbinizi yoklayın. İç sesinize kulak verin ve mümkün olduğunca yaralarını sarıp ona sarılın. Bu aynı zamanda ruhunuzu da iyileştirecektir. Denendi, onaylandı.


Ve ben her şeye rağmen kendimi tanıma serüvenime devam edeceğim. Çünkü bu hayatı her zaman onunla adımlayacağım.


Umutla kalın ve kendinize iyi bakın...