"Bu yazıyı, en ümitsiz hissettiğim günlerden birinde kaleme almıştım. Hiçbir şeyin düzelmeyeceğine olan inancım öyle yüksekti ki, eski ben şu anki halimi görse mutluluk gözyaşları dökerdi muhtemelen. Fakat bu ümitsizlik hali ne kadar bitmeyecek gibi görünse de bitiyor. Her şeyin bir sonu varsa, hüznün ve kalp kırıklığının da var."

Erkek arkadaşımı uyandırmayı istiyordum aslında, çünkü onunla konuşmam gereken konular olduğunu düşünüyordum. Fakat onu uyandırmaktan çekindim ve bu yüzden buraya bir şeyler yazmaya karar verdim. Pek bir işe yaramayacak olsa da en azından kısa süreliğine rahatlamamı sağlayabilir. Düşüncelerimin ve hislerimin değişmeyeceğinin de farkındayım ama biliyorsunuz ki konuşmak, insanı rahatlatan bir eylem.

 Bazenleri, özellikle de geceyi sabaha bağlayan o saatlerde aklımdan binbir türlü düşünce geçiyor. Bunlar pek de eğlenceli ya da normal diyebileceğimiz tarzda düşünceler olmuyor ne yazık ki. Hayata olumlu tarafından bakmanın benim için imkansız olduğu zaman dilimi diyebiliriz. Zaten bu sıralar neredeyse hiç olumlu düşünemiyor ve kendimi iyileştirmek için bir adım atmaya çalışmıyorum. 

 Şu ana nasıl geldiğimi ve neden çareyi yazmakta bulduğumu anlatmak istiyorum öncelikle. Erkek arkadaşımın evindeyim; gecenin üçüne kadar onu izledim, ona sarıldım ve sonrasında uykuya dalmasına izin verdim. Normalde onu uyutmayı istemiyordum çünkü uyursa yalnız başıma kalacağımı ve yine saçmalık dolu düşüncelere kapılacağımı biliyordum. Ki öyle de oldu. İlk önce onun uyuduğundan emin olarak yataktan kalktım ve kendime bir sigara yaktım. Yerde oturarak sigaramı içerken aklıma, hiçbir şey hissedemediğim geldi. Belki eve gitmek bana iyi gelir dediğim zaman, bir evim olmadığı gerçeğiyle tekrar yüzleştim. Kendimi ait hissettiğim bir yer yok. Onun yanında kaldığım vakitlerde bile, içten içe kendime ait bir evde, bir alanda olmak istediğimin farkına vardım. Onunla vakit geçirmek ve sonrasında sabaha karşı evime geçebilme hissini özlemle andım ama bunu yapabilmem imkansız, biliyorum. 

 Sonrasında evimin varlığını hayal ederken, sonuna kadar açık perdeden dışarının manzarasını izlemeye başladım. Pencereyi açsam ve aşağı atlasam ne kadar da iyi olurdu dedim kendi kendime ve bunu tekrardan düşünüyor olmak beni hayal kırıklığına uğrattı. Yıllar boyunca neredeyse her gün bunları düşünmek ve gerçeğe dökememek oldukça acı verici. Neden kendi yaşamıma son vermek bu denli zor geliyor, anlam veremiyorum. Ki son veremeyeceksem, neden düşünmeye devam ediyorum? 

 Her daim bir kurtuluş olduğunu bilmenin verdiği his rahatlatıcı. Fakat bunu gerçeğe dökememek ve de kendime eziyet etmeye devam etmek, rahatlatıcı hissin yerini endişe ve strese bırakıyor. 

 Aklıma, insanların hayatına son vermeyi hep kafasından geçirip geçirmediği geldi ve bunu internette aratmaya karar verdim. Bunun normal olmadığından bahsediliyordu; benim gibi düşünen bir sürü insanın yazdığı yorumları okudum ve başkalarının hikayelerini okumanın bana pek de iyi gelmediğini fark ettim. Hem bir anlamı yoktu hem de beni, başkaları için üzülmeye itiyordu ki başka insanları düşünmekten artık çok yorulduğum için bu durum, kendimi daha kötü hissetmeme neden oluyordu. 

 İntihara meyilli insanların yazdığı paragrafları okumayı bırakıp depresyon, anksiyete ile ilgili birkaç yazıyı incelemeye karar verdim. Okuduklarım, kendimden bir parça gördüğümü ve durumumun gittikçe kötüleştiğini yüzüme vuruyordu fakat internete çok da güvenmemek gerekirdi ne de olsa. 

 Şu birkaç aydır hissettiklerimi cümlelere dökecek olursam:

 Çoğu zaman mutlu görünüyorum, dışarı çıkmayı seviyorum aslında. Yeni insanlarla tanışmak da eğlenceli oluyor, hobilerimle ilgilenmekte çok büyük sıkıntılar yaşamıyor gibiyim. Dışarıdan bakıldığı zaman herhangi bir problem varmış gibi görünmüyor; beni yakından tanıyan kişiler çoğunlukla sakin ve tembel, uyumayı çok seven bir insan olduğum kanaatinde. 

 Fakat ben, yaratıcı tarafımı bile kaybettiğimin farkındayım. Çizdiğim resimlerin sayısının azalması, merakla beklediğim filmleri açtığım zaman bir türlü düzgünce odaklanamayıp neredeyse hepsini yarıda bırakıyor oluşum, yürüyüşe çıkmak konusundaki isteksizliğim, kendime zarar vermek için fırsat kollayışım, başladığım hiçbir işin devamını getiremiyor olmam... Bunun gibi birçok örnek sayılabilir. Ama sanırım bendeki en büyük değişim, anlık duygular haricinde hiçbir şey hissedemiyor oluşum. Resim çiziyorum, bitmiyor. Bana mutluluk hissi vermiyor, bitse de bitmese de üstümde olumlu bir etki bırakmıyor. Sevgilimle vakit geçiriyorum (hala daha onun varlığına alışmış değilim, gerçek bir insan gibi gelmiyor) onu öpmek ve ona sarılmak beni mutlu ediyor. Fakat sonrasında bitiyor çünkü olumsuz düşünceler beni sarmaya başlıyor. Neden kötü düşüncelere kapılıyorum, emin değilim. Sanırım onu üzme ya da onun istemediği bir şeyi yapma endişesine kapılıyorum ve ona, sürekli kötü hissettiğimi belli etmemek için çok ciddi çaba sarf ediyorum. Ama yine de pek işe yaramıyor. Hiçbir şey düşünmediğim anlar, bana dokunduğu ve benimle seviştiği anlar oluyor genelde. Ki bazen, bu da işe yaramadığı zaman ağlayacak gibi oluyorum. Keşke benden hoşlanmasaydı ve hiç tanışmasaydık. O zaman, onu üzeceğim düşüncesinde tıkılı kalmazdım. 

 Bana her daim yanımda olacağını söylüyor, beni dinliyor, bana o kadar iyi davranıyor ki. Bu da, kendimi daha yetersiz bulmama sebep oluyor. Neden benim gibi birisiyle olmak istiyor ki, iyi durumda olmadığım bariz, eğlenceli birisi de değilim. Sürekli yorgun oluyorum ve uyumak harici bir şey yapmak içimden gelmiyor. Dışarı çıktığımız zaman eve dönme isteğiyle savaşıyorum ama onu, birlikte geçirebileceğimiz güzel zamanlardan alıkoymak istemiyorum. Onunla geçirdiğim vakitleri seviyorum ama ona yetersiz geldiğimin de farkındayım. Geçirdiğimiz vakitler çok daha verimli ve iyi olabilirdi. Her şeyi ben, kendi ellerimle mahvediyor gibiyim. Beni en çok üzen de, onun bununla ilgili hiçbir yorum yapmaması ve beni böyle kabul etmesi. 

 Keşke şu an bir evim olsa. Yataktan günlerce çıkmasam ve kimseyle iletişim kurmasam. Elime telefonu asla almak zorunda kalmasam ve kimseye karşı kendimi borçlu hissetmesem. 

 Yetersizlik hissi hayatımın tamamını sarmış durumda. Asla iyi bir geleceğim olmayacak, kimseyi memnun edemeyeceğim, kendi hayatımı mahvedip bir utanç kaynağı olacağım. Ne kadar çabalasam da tam anlamıyla iyileşemeyeceğim. Her daim aklımın bir köşesinde, rezil olma, başarısızlıklarımın ve fiziksel kusurlarımın suratıma vurulması korkusu olacak. Fotoğraf çekilmekten, sevdiğim kıyafetleri giymekten, kendim olmaktan çok korkarak yaşamaya devam edeceğim. Ama tüm ömrüm bu kaygılarla nasıl devam edecek ki? 

 İşte bu yüzden hayatımı sonlandırma düşüncesi aklımdan asla çıkmıyor; en kolay yol ama bir yandan da zor. Nasıl yapabilirim bunu, hiçbir şey anlamadan, bir anda tüm düşüncelerin, sanki hiç var olmamışçasına ortadan kaybolmasının vereceği hisse en kolay nasıl ulaşabilirim? Ya da ölüm bunu cidden yok edebilir mi? 

 Onu uyandıramadığım için buraya yazdığım aklıma geldi tekrar. Uyanmasına hiç gerek yokmuş dedim. Uyurken oldukça sakin ve huzurlu duruyor, her daim cenin pozisyonunda yatıyor. Kendi içine kapanıyor aslında uyurken, tamamen yalnız bırakılmak istiyor. Bu yüzden onu, huzurlu hissettiği uykusundan ayırıp ona bir kötülük yapmak istemiyorum. 

 Peki uyandırsaydım ona neler söyleyecektim? 

 "Hey, seninle konuşmak istediğim birkaç konu var ama uykundan alıkoymak istemiyorum seni" tarzında bir cümle kurup yüzümü onun yüzüne yaklaştırırdım muhtemelen. Sesimi duyunca uyanacağı için bana yorgun gözlerle bakar, "tamam, konuşalım" derdi. Ya da "bir sorun mu var" diye endişesini dile getirirdi. Onu uyandırdığım için pişman olsam da ısrarları ve merakla karışık endişesi, onun karşısına geçip konuşmaya iterdi beni. 

 "Her zamanki düşünceler fakat bu sefer daha düzgünce sana anlatmak istiyorum. Şu an kuracağım cümleleri tekrardan kurma ihtimalim belki de olmaz," diye başlardım. Oda biraz soğuk olduğu için (pencereyi açıp soğuk havayla kendime gelmeye çalışmıştım çünkü) tişörtünü üstüne geçirirdi ve söyleyeceklerimi dikkatle dinleyeceğini belli eden bakışlarını üstümde gezdirirdi.

"Yanında daha uzun kalacağıma dair sana söz verdim ama sanırım bu sözü tutamayacağım. Eve geri dönmek benim için daha iyi olacak. Bunun sebebi, seninle vakit geçirmeyi sevmiyor olmamdan kaynaklı değil, senin yanında mutlu hissettiğimi biliyorsun. Fakat ben hiç iyi durumda değilim, kendimi öldürme düşüncelerim normalde olduğundan daha yüksek ve kesinlikle yardım almak zorundayım. Çünkü bu düşünceler beni ele geçirmişken seni mutlu etmem ve seninle iyi vakit geçirmem mümkün değil. Sana yalnızca daha kötü hissettiririm. Evet, ailenin yanına dönmek sana iyi gelmeyecek diyeceksin bana. Ama en azından belirli bir süre daha buna katlanır, doktora gider ve kendimi iyileştirmeye bakarım."

 Ona muhtemelen bunları söyleyecektim ve her daim söylediğim sözlerden bir farkı olmayacaktı. Bu cümleleri duymak belki de onu artık sinirlendirmeye başlayacak ve her ne olursa olsun yanımda olmak istediğini söyleyecekti bana. Ve bu, kendimi çok üzgün hissetmemi sağlayacaktı. 

 İyi ki onu uyandırmamışım ama hala bir parçam yanına gidip onu uyandırmayı istiyor. "Bu konuları son kez konuşuyor olacağız, bir daha asla konusunu açmayacağım, söz veriyorum" demek istiyorum. 

 Yazacak bir şeyim kalmamış gibi geliyor şu an. Nasıl sonlardırsam, ondan bile emin değilim. En iyisi bunun son cümlem olması. 

Şu an Haziran ayının sonlarına geldik. Hayatta olmayı seviyorum ve yaşama tutunmak için elimden geleni yapıyor, beni mutlu edene yöneliyorum. Ama mutluluğun sonsuza dek süremeyeceğinin ve anı yaşamam gerektiğinin de farkındayım. Sevgi her şeyi iyileştirebilir, tıpkı bende olduğu gibi. Ve bunu sevgili Game Boy'a borçluyum. Her şeye rağmen yanımda olup bana destekte bulunduğu için kendimi dünyayın en şanslı insanı sayıyorum. Teşekkür ederim bana inandığın için sevgilim.