Hey! Bekleme yapma yahu, koş hadi, ne duruyorsun! Nereye gideceğini bilmeden yüzün gözün bulanık, bir telaş, koş hadi. Önünde olanlara yetiş geride kalmaktan kaçarcasına. Sakın dönüp bakma, soluklanma. Buna gerek yok, ihtiyacın olanları ben sana söylerim! Sen sadece dediklerimi yap. Hayal kurmak, heyecan, istek; bunlar ayak bağı zaten. Bağlar seni yavaşlatır. Yavaşlamak dedim yine, ne kadar da korkunç bir kelime... Ne yapacaktık, heh evet koşuyorduk. Soluksuz, dört nala... Ama sadece iki ayağım var. Önemi yok, ellerin ne güne duruyor. Peki ama nereye? Dedim ya önemi yok. Kırlara, dağlara, uçurumlara; rüzgarla, kuşların dansıyla... Ne diyorsun sen böyle, daha koşmak nedir onu bilmiyorsun.

Peki neden öğrenmeliyim. Yetişmek ama kime. Neden bu telaş. Üstelik sen de kimsin böyle başımda vır vır, ben seni neden dinliyorum? Kim bu öndekiler? Ben neresindeyim bu olan bitenin? Sen neden oradasın? Bana neden oradan bakıyorsun? Önde mi görmek istiyorsun, geri dur o halde. Hanginizin hizası benim yerim. Bulmaktan, aramaktan yoruldum. Bırakıyorum. Hem de olduğum yere, yavaşça...

Durmayacağım ayaklarımın üzerinde . Bazen sarkıtacağım boylu boyunca maviliğe, bazen yuvarlarım çayır çimen, bazen de daldırır çıkarırım dipsiz, hesapsız akışa. İnsan dediniz, ayakları üzerinde doğrulunca insan oldu. İspatlamak için bir bir, koca koca harflerle yazdık notlara, “AYAK ÜSTÜNDE DURULACAK!” Kurduk saatleri ve başladık koşuya. Durmadan ve bitmeyecek bir ritimle. Pata, küte, tik, tak...

Hatırla insan, bu değilsin, bundan ibaret değilsin. İçinde yankılananı, sesini, ritmini... Dur ve dinle. Bir kalıbın hamuru, bir ispatın delili, bu yarışın kazananı değilsin. Koştukça işaret edilene, geri kalacak hep sen.