O an dünya üzerindeki herkesin yaşamaya ara vermesini diledim. Zira insanlar yaşamaya devam ettikçe benim zamanımı da öteliyorlardı. Çünkü o an üç günlük beyin fırtınasına ihtiyacım vardı. Bir sonbahar günü savrulan yaprağın değil; kasırganın bir şehri yerle bir ettiği şehir kadarına ihtiyacım vardı. 


Olmadı, ayağımın önündeki izmariti kenara itip devam ettim. Daha fazlasına takatimde yoktu.

Büyükbabam geldi bir ara aklıma ve sonra amcam. Sonra Vural abim. Umarım gittikleri yeri kendilerine benzetirler dedim. 


Toprak mesela, toprak da onlar gibi koksun istedim. Bunu istedim. Toprak dile gelsin, önüne geleni azarlasın istedim. Dünyanın insanların değil musalla taşının etrafında döndüğünü herkese anlatsın istedim.



Çaba beyhudeyse eğer fikir zihni sorgular.



Hiç bilmediğim bir barda oturuyorum geçenlerde. Geçen dediysem iki gün evvel. Dillerini az buçuk konuşabiliyorum kendimce. Barmen geldi ne istediğimi sordu. “Huzur” diyemedim en başta. İsteyemezdim de çümkü huzur dileyecek kadar huzursuz olma lüksüne erişememiştim henüz. “Bira” anlamına geldiğinden çok emin bir şekilde kafamla işaret ettim.


Galiba biraz ince ruhlu insanlarız biz; çabuk kırılıyoruz. Üzerimizde birisinin gölgesini hissetmek istiyoruz. Halbuki ne gereği var? Zamanı geldiğinde silahını gölgenden erken çekeceksin Red Kit misali. Dül Dül’e de selam olsun ama Rin Tin Tin de onu unuttuğumu sanmasın sakın.