Müzik mi? O güne kadar müzikle hiç ilgilenmediğini düşündü Celal. Müzik, ona yabancı bir kavram gibi gelmişti o an. Dilini bilmediği bir ülkedeki sokak ismi gibiydi onun için. Bugüne kadar hiç müzik dinlememişti. Rock, jazz, türkü, r&b... hiçbirini bilmiyordu. İhtiyaç duymadı dense yeriydi. Elbette sağda solda, dükkânların açılış günlerinde, bir kafenin önünden geçerken ya da bir başkasıyla asansöre bindiğinde duyduğuna emindi. Ama hiç bile isteye açıp müzik dinlemişliği yoktu. Asansördeki yabancılar Celal için önemliydi çünkü ‘Hangi müziklerden hoşlanırsın?’ sorusunu soran kızla asansörde tanışmıştı. Herkesin kulağında kulaklıkla bir şeyler dinlediği o on kişilik asansörde, kulaklık takmayan sadece ikisiydi. Ve ne tesadüftür ki yan yana gelmişlerdi. Asansördeki o ufak gülümsemeyle başlamıştı her şey. Tabii ilk gülümseyen Celal değildi zira Celal böyle atılımlar gösterecek biri değildi. Celal özel sektörde çok da matah olmayan bir şirkette çok da matah olmayan bir pozisyonda ve çok da matah olmayan bir maaşla çalışıyordu. Fakat işinden memnundu. Çok mutlu olduğu söylenemese de kesinlikle halinden şikâyetçi değildi. Çünkü tek başına yaşadığı evde tek başına yediği yemeklere ve tek başına gittiği bowling salonuna parası yetiyordu, hatta artıyordu bile. Evet, sürekli gittiği bir bowling salonu vardı Celal’in. Haftada üç gün belli günlerde salı, perşembe ve cuma giderdi o bowling salonuna. Salonda çalışan kız en başlarda, Celal’i tek geldiği için yadırgadıysa da sonrasında alışmıştı. Artık Celal geldiğinde hiç konuşmaya gerek duymadan ayakkabılarını verirdi ona. 42 Numara, siyah olan. Celal bu salona ilk geldiğinde "Rica etsem siyah olanı verebilir misiniz?" demişti çünkü. Bu kadar çok oynamasına rağmen bowlingte iyi bir seviyede olduğu söylenemezdi. Kendini geliştiriyordu tabii ama bir bebeğin emeklemeden ayağa kalkma süreci gibiydi bu ve yıllarca oynamasına rağmen zor ayakta duruyordu denilebilirdi. Bowling, asansördeki o kızla konuşmasını sağlayan ilk şey oldu. Tahmin edildiği üzere konuşmayı kız başlatmıştı. Bir gün masasına gelip "İşten sonra bowling salonuna gittiğini gördüm, yanılmıyorum değil mi?" dedi.

"Beni takip mi ettin?" dedi Celal, karşısındakini rahatsız edici bir tavırla. Celal’in böyle cevapları vardı.

"Ne münasebet, evimin yolu orada, geçerken gördüm." dedi.

"Pardon, bir anda söyleyince öyle düşündüm. Evet, yanılmıyorsun bendim o."

Celal az ve öz konuşurdu. Yani en azından öyle olduğuna inanıyordu.

"Elif ben, 6.kattan." diyerek elini uzattı kız. Celal ilk defa o anda Elif’in adını duymuştu, ilk defa bu anda baştan aşağı Elif’in vücudunu süzmüştü. Elif 25-26 yaşlarında gösteren, kumral saçlı, çok da uzun sayılamayacak, fakat boyuna göre kilosu yerinde, tabiri caizse çıtı-pıtı bir kızdı. Bu kadar atılgan olması Celal’in hoşuna gitmişti.

"Celal ben de. Bu kattan." diyerek cevap verdi.

Elif bu cevaba gülmüştü, bu gülme Celal’in suratında da bir sırıtmaya neden olmuştu. Tıpkı, nadiren de olsa, ‘strike’ yaptıktan sonra yüzünde oluşan sırıtma gibi.

"Nasıl geçti?" dedi Elif.

"Ne nasıl geçti?"

"Bowling canım, dün oynamışsın ya."

"Ha evet. Sıradandı. Yani haftada 3 kez giderim de ben."

"Çok iyi oynuyorsundur o zaman sen." dedi Elif gülümseyerek.

Celal başını sallamakla yetindi.

"Yendin mi bari arkadaşlarını?" diye sordu Elif.

"Arkadaşlarım yoktu, tek başıma gittim."

"Nasıl yani, bir seferlik mi yoksa haftada 3 gün tek başına mı gidiyorsun?" diye şaşkınlıkla sordu Elif.

Celal bir süre Elif’in açık kalan ağzına baktı.

"Evet." dedi sonra.

"İlginçmiş." demeyle yetindi Elif. Biraz sonra, "Ben hiç oynamadım hayatımda." diye ekledi.

Celal bunu duyunca nedenini bilmediği bir şekilde üzüldü ona.

"Hangi günler gidiyorsun?" diye sordu bu sefer de Elif.

"Salı, perşembe, cuma." diye gayet net cevapladı Celal.

Günlerden cumaydı. Ve bu cevapla birlikte Elif’in bakışları, Celal’in sırtına bir yük yüklüyordu. Fakat Celal buna alışkın olmadığından yükü fark etmemişti.

"Demek bugün de gidiyorsun."

"Evet." dedi Celal monoton bir şekilde.

Kısa bir sessizlikten sonra Elif, "Kolay gelsin, iyi çalışmalar. Tanıştığımıza memnun oldum." deyip kendi katına gitmek üzere asansöre yöneldi. Celal bir süre bu olanları düşündü. Dört senedir çalıştığı şirkette, işe girerken tanıştığı adam ve işini teslim ettiği kadın dışında kimseyle adamakıllı tanışmamıştı. Zaten kalabalık bir şirketti ve Celal geldiğinde arkadaş grupları çoktan belirlenmişti. Bu da Celal’i işine gelmişti şüphesiz. Yeni insanlara tanışmak zül gelmişti ona zaten hayatı boyunca. Ayda bir kere görüştüğü ve onunla da tamamen gündelik meselelerden ve daha ziyade arkadaşının olmak üzere hayatlarından konuştukları bir arkadaşı vardı yalnızca. Anne babasıyla arası, liseyi şehir dışında okumaya başladığı zamanlardan beri açılmıştı. Zaten öncesinde de iyi denebilecek bir seviyede değildi. Evrenin sürekli genişlemesi gibi anne babasıyla arası da her geçen gün açılıyordu. Elif gittikten sonra Celal bir süre bunları düşünüp işine dönmüştü. Nihayetinde mesai bitiminde işini, tanışıp da adını bile hatırlamadığı kadına teslim etmişti. Çantasını omzuna takıp asansöre yöneldi, asansöre yine kalabalık bir grupla bindi ve hepsinin kulağında kulaklık vardı. Göz ucuyla Elif’i aradı fakat göremedi. Aynı anda gelen müzikler sevimsiz bir kakofoni yaratıyordu. Celal asansörden indi ve rutin yolunda ilerleyerek bowling salonuna yürüdü. Yürürken sırtındaki yükü yavaş yavaş hissetmeye başladı. Elif kendisinden davet mi beklemişti? Onu davet etmemek çok kabaca bir hareket mi olmuştu? Yine tek başına oynayacağı için mutsuz değildi tabii, yani, çok çok uzun zamandan beri kimseyle oynamamıştı ve bundan korktuğu aşikârdı. Kesin yine yapmamam gereken bir şey yaptım diye aklından geçirdi Celal. Daha doğrusu yapmam gereken bir şeyi yapmadım. Hiçbir zaman hiçbir şey anında, o anda, orada anlayamayacağımı kabul etmeliyim artık diye düşündü. Bowling salonunun kapısına gelmek üzereydi. Genelde yere bakarak yürürdü Celal ama bugün hava güzeldi. Göğü seyretmek, seyrek bulutlara bakmak hoşuna gidiyordu. Tam göğe bakarken karşı kaldırımda Elif’i gördü. Bowling salonunun önüne gelmişti. Elif de Celal’i gördüğünden beri öylece durup Celal’e bakıyordu. Celal afalladı. Biraz önce aklından geçirdiği Elif’i karşısında görmeyi beklemiyordu. "Evinin yolu bu tarafta, evine gidiyordur herhalde, beni takip edecek hali yok ya." diye geçirdi içinden ilkin Celal. Sonra yine bunu düşündüğü için kendine kızdı. Elif hala, donuk ve hareketsiz bir şekilde Celal’e bakıyordu. Celal, bu sefer de geç kalamam, bir şey olacaksa şimdi olacak diye düşündü ve bowling salonunun kapısını açtı. Fakat içeri girmedi, hafifçe geri çekilerek bir eli kapıda karşı kaldırıma baktı. Elif’i içeriye davet ediyordu kendince. Elif bunu anladı çünkü o Celal değildi. Karşıya geçip Celal’e gülümseyerek bowling salonundan içeri girdi. Salon çok kalabalık değildi 4-5 kişilik bir arkadaş grubu vardı. Bir de Elif ile Celal. Hiç konuşmadan kasaya doğru yöneldiler. Kasiyer kız, bu saatlerde köşeye ayırdığı ’42 numara siyah ayakkabıyı’ masanın üstüne koydu başını kaldırmadan çünkü Celal’i kapıyı açarken görmüştü. Celal ayakkabıları almadı. Bunu fark edince kasiyer başını kaldırdı, fakat gözlerine inanamadı. Yıllardır yalnız gelen adamın yanında biri vardı. Bir kadın. Boş boş Celal’in ve Elif’in suratına baktı bir süre. Celal ayakkabılarını masadan alıp bakışlarını Elif’e yöneltti. Elif, bu boğucu sessizlikten herkesi kurtarırcasına

"36 numara beyaz." dedi.

Kasiyer kız şoku atlatarak Elif’e ayakkabısını verdi. Hangi seti açacaklarını konuşmalarına gerek yoktu çünkü Celal hep 4 numaralı sette oynardı. Elif’le beraber oraya geçtiler. Genellikle sessiz bir şekilde, yalnızca Celal’in Elif’e bowling öğrettiği anlarda konuşarak 35-40 dakika oynadılar. Celal yalnızca ‘strike’ yaptığında değil, Elif 2-3 kuka devirdiğinde de gülüyordu artık. Ne de olsa ilk öğrencisiydi. Bowlingden sonra Elif, karnının acıktığını söyledi. Beraber Elif’in bildiği bir kafeye, beraber yemek yemeye gittiler. Celal böyle yerlere pek alışkın değildi çünkü genelde evde kendi yemeğini kendi yapardı. Yemek konusunda da bowling kadar iyiydi yalnızca Celal. Celal bir köfte tabağı söyledi Elif de aynısından dedi. İkisi de kola istediler. Elif kaç yaşında olduğunu sordu Celal’e. Yirmi altı yaşında olduğunu söyledi. "Peki ya sen?" "Yirmi üç."dedi Elif. Celal ilk gördüğünde yanlış tahmin ettiğini anladı.

"Neden haftada üç gün bowling oynuyorsun?"

"Bilmem. Fazla mı üç gün?"

"Yo, hayır. Esasında neden bowling oynadığını merak ediyorum."

Celal bu soruyu duyana kadar neden bowling oynadığını düşünmediğini fark etti. Neden oynuyorum acaba? Sadece zevk aldığım için mi? Celal soruyu, kendisine cevaplarmış gibi samimiyetle cevapladı.

"Bilmem, ortaokuldayken annem götürürdü. Onunla beraber yaptığımız tek şey buydu. Ben de sonrasında onsuz devam ettim, ta ki bugüne kadar."

"Yani hiç düşünmedin mi neden bu kadar bağlı olduğunu?"

"Düşünmedim. Ama zaten belki de ondan seviyorum. Neden yaptığımı bilmiyorum. Kukaların devrilip gitmesi, yıkılması içimi huzurla kaplıyor. O an için kukaların yıkılmasından başka bir şey istemiyor oluyorum. Sanırım söyleyebileceklerim bu kadar."

"Çok ilginçsin." dedi Elif, sempatik ve şefkatli bir gülümsemeyle.

Bu cümleyi çok duyuyordu Celal. Fakat ilk defa sevecen ve şefkatli bir gülümsemeyle beraberdi. Bu Celal’in hoşuna gitmişti.

Yemeklerini yerken Elif "Hangi müziklerden hoşlanırsın?" diye sordu bir anda.

Müzik mi? O güne kadar hiç müzikle ilgilenmediğini düşündü Celal. Müzik, ona yabancı bir kavram gibi gelmişti o an. Müzik dinleme alışkanlığı hiç olmamıştı.

"Ben müzik dinlemem." dedi.

"Nasıl yani, hiç mi dinlemezsin?" diye yineledi şaşkın şaşkın Elif.

"Hiç. Merak edip de ya da ihtiyaç duyup da isteyerek dinlemişliğim yoktur."

"Gerçekten çok ilginçsin." Sevecen ve şefkatli gülümseme yerini şaşkın ve açık bir ağza bırakmıştı.

"Sana mutlaka müzik dinletmem gerekli." dedi Elif.

"Olur." diye karşılık verdi Celal.

Yemeklerinin kalanında, geçmişlerinden ve ailelerinden konuştular. Elif ablasıyla beraber yaşıyordu. Annesi ve babasını yeni kaybetmiş sayılırdı. "Bir kardeş hayatta var olduğunun kanıtlarından biridir belki de, seninle hemen aynı geçmişe sahip ama bambaşka biri." diye düşündü Celal.

Beraber eve yürümeye koyuldular. Evlerinin birbirine çok yakın olduğunu fark ettiler. Elif ev yolunda bir şey itiraf etti.

"Biliyor musun, dün, yani seni bowling salonuna girerken ilk gördüğümde takip ediyordum. Ama korkma gördüğün üzere evim de bu tarafta." dedi.

Celal gülümsedi, o tüm kukaları devirdiği gülümsemeden.

Beraber Celal’in evine geldiler. Ev eski görünüşlüydü. Tahta fakat cilalanmış gibi dolaplar, genellikle soğuk ve cansız fayanslar, çok fazla sayılamayacak kadar kitap, birkaç elektronik eşya ve bir iki tane bitki. Bekâr bir erkeğe göre düzenli bir evdi. Elif de öyle düşünmüş olacak ki:

"Evin temizmiş." dedi. "Hadi sana müzik dinletelim. En sevdiğin türü bulalım önce, mesela ben jazz-blues severim. Ama sana hepsinden birer tane dinleteceğim."

Celal başını salladı. Elif evdeki elektronik eşyaların birinden, her türün başat eserlerini açtı. Klasik, rock, metal, jazz, blues, raggae, r&b, türkü...

Celal hepsini dinledi. Yabancı olduğu müzik türlerini birbirinden ayırt etmede güçlük çekiyordu. Elif de bundan keyif alıyor görünüyordu. Celal, bowling oynarken gelen ’strike’ müziğinin hepsinden daha güzel olduğu kanaatine vardı nihayetinde. Elif de hoşnutsuz değildi bundan. Zamanla olacağına inanıyordu.

Hafta sonu hiç konuşmadılar. Pazartesi öğle arasında şirkette beraber yemek yediler. Salı günü yine bowling günüydü. Hiç sözleşmeden işten çıkıp bowling salonuna yürüdüler. Bowling salonunda çalışan kız, Celal’in köşeye ayırdığı ayakkabısını verdi. Bu sefer ilkine göre daha az şaşkındı. Elif gülümseyerek "36 numara, beyaz." dedi. Kız ayakkabıları verdi. Dört numaralı sete doğru yürümeye başladılar. Elif bir anda Celal’in yanından sıyrılıp çalışan kızın yanına geldi ve


"Bundan sonra 36 numara beyazı, 42 numara siyahın yanına ayırırsanız sevinirim." dedi.